Türk İslam Ülküsünün 

Fikir Babası 

Seyyid Ahmet Arvasi

 

Seyyid Ahmed Arvasi, fikir ve gönül adamı olmanın yanı sıra mücahid ve 20. asrın ender yetiştirdiği bir deryadır. Benzetmek gerekirse o bir buzdağıdır. Görünmeyen yönü görünenden çok daha fazladır. Başka ülkelerde olsaydı baştacı edilirdi. Yıllarca çektiği çilelere, yattığı hapislere, iftiralara ve hastalığa asla şikayetçi olmadı. O ve onun gibi Allahü Teâlâ"nın nice dostları, kendilerine takdir edilen ömürlerinin her nefesini rıza-i İlahi"ye kavuşmak için harcadılar. Dünya nimetlerinin geçici, ahiretin ise sonsuz olduğunun sırrına ererek yaşadılar. Kabrin erkek ve kadın herkesin çeyiz sandığı olduğu idrakine vardılar rıza-i İlâhi"ye uygun ameller yaptılar. Mal ve makam peşinde koşmadılar. Ama gök kubbe altında gizlenen değerli kullardan oldular. Oysa zaman seyri içinde nice kişiler unutuldu. Sadece tarih kitaplarında veya magazin sayfalarında kaldılar. Fakat Allahü Teâlâ dostları inananların ufkunda bir güneş gibi yükselmektedir. Kaldı ki dünya malı ve şöhret zahmetle elde edilir. Kıskançlıkla saklanır. Ölüm neticesi hasretle terk olunur. Ancak Allah dostları ölümle daha çok yükselirler ve yalnız dünyada kıyamete kadar unutulmadıkları gibi, ahiret âleminin de yıldızlarıdır. İşte S. Ahmed Arvasi de bu yıldızlardan biridir.

Evet, Arvasi Hoca"nın düşüncelerini ciltlere sığdırmak mümkün değildir. Ama birkaç satır da olsa onun düşüncelerine kulak verelim: "... İslamiyet, hiçbir din ile kıyaslanmayacak kadar ileri, ilmin verilerine açık, dinamik, birleştirici ve kaynaştırıcı bir sistem getirmektedir. O kapitalizm, sosyalizm, komünizm, faşizm ve Nazizm gibi yabancı ideolojilerin saçtığı zehiri bertaraf ederek bir panzehir ve hayat kaynağıdır. Bu noktada belirtelim ki, Türk milletinin ve Türk milliyetçiliğinin âlemşümul davası ve ideolojisi Allah"ın ve Resûlünün davasıdır ve bunun adı İslamiyet"tir." Evi adeta bir okul idi. Bir grup ayrılırken hatta ayrılmadan başka bir genç grubu odayı doldururdu. Son derece misafirperver idi. Gençlere şu sözü sık sık tekrar ederdi: "Türk"e düşmanlık, İslamiyet"e düşmanlık ile eşdeğerdir. Anadolu Türk"ü güçsüz olursa bütün İslam ve Türk dünyası esaret altında olur. Bu iki dünyanın kurtuluşunun Türkiye"nin maddî ve manevî güçlenmesi ile mümkün olacağına yürekten 

inanıyorum."

Kendisi için ne yazsam azdır. Hiç şüphe yok ki, her biri birbirinden değerli yazıları içinde bana en çok tesir eden ve dostu, sırdaşı olarak S. Ahmed Arvasi"nin de çok sevdiği "İnsanlık Kimi Özlediğini Bir Bilse!" yazısından hatırasına binaen çok az kısmını sizlere naklediyorum: "İnsanlığın içinde bulunduğu "ahvali" düşündüm ve Şanlı Peygamberimi ve O"nun aziz kadrosunu özledim. Şu anda, hepimiz, O"na ne kadar muhtacız!

"Kara" ve "Kızıl" zulüm idareleri altında inleyen, sömürülen, "sahte tanrılar" karşısında boyun eğen, "putlaştırılan" kanlı diktatörlerin hayalleri ile ürperen milyonlarca hatta milyarlarca insanın halini düşündüm. Bütün bu zulüm idarelerini, bu "sahte tanrıları" yıkmak, asrımızda yontulan bütün putları kırmak ve insanlığı, bunların kanlı pençesinden kurtarmak gerektiğini gördüm. Fakat, güçsüzlüğüme esef ettim. Bütün bu işleri, muhteşem bir kadro kurarak başaran Sevgili Peygamberimi düşündüm."

Kuyumcu dükkânında çalışan S. Ahmed Arvasi"yi gören Arvasi büyüklerinden kalb ve keramet ehli bir zat( Şeyyid Fehim Arvasi hazreterinin oğlu Masum efendi); S. Ahmed Arvasi"nin babasına "Bunun burada işi ne? Bırakın okusun, pırlantalar yetiştirsin, cevahirin hakikisiyle (insanlarla) uğraşsın." buyurdular. O hayatı boyunca dostlarına âşıktır. Onları Allahü Teâlâ (celle celâlühû) için sever. "Bugd-ı Fillah" zirvededir. Hiç sevmediği kişiler ise gayesiz ve hedefsiz yaşayanlardır. Ona göre yarım sevgi ve yarım hizmet olmaz. Bana naklettiği bir hatırasında: Ortaokulu bitirince liseye kayıt için hazırlık yaparken, herkesin meczup biri olarak tanıdığı yaşlı bir kadın, evlerinin kapısını çalar. Ve şu sözleri söyler: "Ben görevliyim. Ahmed"i liseye göndermeyin. Öğretmen okuluna gönderin." der ve öğretmenlik hayatı bu söz ile başlamış olur.

31 Aralık 1988"den bu yana zaman seyri içinde, onun büyüklüğü ve değeri ufuktan giderek yükselmektedir. O, sıradan bir kişi değildir. Son asırlarda ender rastlanan mütefekkir, pedagog, eğitimci ve sosyologdur. Asrımızın Ahmed Yesevi rolünü üstlenmiş mübarek bir mücahiddir. Aramızdan çok genç ayrılmasına rağmen, yaşamına büyük hizmetler sığdırmış nadir bir kişidir. Yazıları dün ve bugün olduğu gibi yarınlara da ışık tutacaktır. 31 Aralık Cumartesi günü saat 11.00 sularında daktilosu başında makalesini hazırlarken Allahü Teâlâ"nın rahmetine kavuşmuş 


"Dünyada bekâ, halkta vefa yoktur" idi. Elbette onu makalelere şöyle dursun, ciltlere sığdırmak imkânsızdır. En önemli özelliği örnek bir Türk-İslâm ülkücüsü idi. O, kendisine yaratılanların en üstünü ve güzeller güzeli Sevgili ve Şerefli Peygamber Efendimiz"i (sallallahü aleyhi ve sellem) örnek almış, imanı kâmil bir "mü"min" ve büyük bir "Hakk âşığı" idi. O, bütün hayatı boyunca son nefesine kadar Türklüğe ve İslâm"a hizmet etmek için çırpınan, son derece ihlâslı ve yazdıklarını yaşayan samimi ve dürüst idi.