İslam'da Tasavvuf

Tarih: 2012-12-28 | Yazar : Seyyid Ahmed Arvasi | Kategori : Tasavvuf

İslâm'da tasavuf, ne Budizmin «Nirvanasına», ne Hıristiyanların «mistisizmine», ne Yahudi'nin «kabalizmine», ne Auguste Comte'un «insanlık dinine», ne de Spinoza'nın «panteizmine» benzer. Böyle bir benzerlik arayanlar, ya cahil olmalı, yahut ard niyetli...

İslâm'a göre, tek ve mutlak varlık sadece Allah'tır. Diğer varlıklar, itibarî (relatif) ve geçici hüviyette olan fâni yaratıklardır. Maddî, manevî bütün varlık tezahürleri «Kitab-ı Ekber» olan kâinatımıza serpilmiş «âyetlerden» ve «mesajlardan, ibaret olup Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarının tecellileridir. Bütün,varlığın sahibi, bütün hayatî kıpırdanışlarm kaynağı O'dur, fakat, beş duyumuzla idrak ettiğimiz veya tasavvur ettiğimiz hiçbir şey O değildir. Sadece O'nunla var olan ve O'nunla varlıkta duran, O'nun eserleridir.

Eserde müessir aranır, sezilir, ancak, hiçbir eser O değildir. O, bize «şahdamarımızdan daha yakın» ve fakat «idrakimize sonsuzca uzaktır». Yaratıkları tanrılaştırmak ise küfürdür, «şirk»tir.

İmam-ı Rabbani gibi, tasavvuf büyüklerine göre, Muhyiddin-i Arabi'nin «Füsusul-Hikem» adlı kitabında ortaya koyduğu «vahdet-i vücûd» telâkkisi, tasavvufun başlangıç noktası olan «fena» mertebesindeki «velî»nin sübjektif müşahadelerinden ibarettir. Fenâfillah (Allah'ta yok olan kişi), «velayetin başlangıcındadır» ve henüz «bekâbillah» mertebesinden uzaktır, «Lâ mevcude illallah» (Allah'tan başka varlık yoktur) diyebilecek bir ruh hali içinde boğulmuştur. Fenâfillah, yaratıkları ilâh sanmamakta ve fakat Allah'tan başka varlık görememektedir. Bu konuda, Mevlâna Celâleddin-i Rumî, bir rubailerinde şöyle buyururlar:

«Kul kendinden büsbütün geçmedikçe, onun gönlünde Tanrı birliği gerçekleşmez. Tanrı'yı birlemek demek, senin varlığının O'nunla birleşmesi demek değildir. Yoksa, bâtıl birşey Hak olmaz. (Bakınız, Mevlâna - Rubailer - «M, N. Gençosman» Sf. 95,Rubai: 464.)

Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin «vahdet-i vücûd» telâkkisini, Spinoza'nın «panteizmi» (hulûliye) ile karıştırmak asla doğru değildir, İslam'ın gerçekten büyük mutasavvıfı İmam ı Rabbani Ahmed Farukî Hazretlerine göre «vahdet-i vücût, (aşk sarhoşluğu demek olan) sekr'den ileri gelir. Muhabbetin kaplamasından doğar». (Bakınız, İmam-ı Rabani - Mektubat - 290. mektup). Vahdet-i vücut, bir ruh hali olup tasavvufun başlangıcındaki «ve!î»de meydana çıkar ki, İmam-ı Rabbanî'ye göre buna «vahdet-i şuhût» demek daha uygun olur.

Büyük Mevlâna, «fena mertebesindeki velî'nin konuşmasını» uygun görmemiş, tehlikeli bulmuş, «hâmuş olmayı» (susmayı) tavsiye buyurmuştur. İslâm'da tasavvuf, şeriata aykırı düşmek demek değildir. Şeriat ve tasavvuf, İslâm'ın dış ve iç nizamını ifade eder, bir bütünlük halinde insanı «dıştan» ve «içten» kuşatır. İslâm, bunların aykırılığı üzerine değil, ahengi üzerine kuruludur. Tevhidin sırrı «kelime-i şehadettedir».




Etiketler: Tasavvuf


Yazarın (Seyyid Ahmed Arvasi) Diğer Yazıları

  • İslâm terbiyesinde “medreseler” kadar “’tekkelerin” de mühim bir yeri vardır

  • “Şeriat”, müminleri, dıştan, “tarikat” İçten “disipline ederdi”. Bu sebepten “medrese” ile “tekke ve dergâhlar” arasında bir “çatışma” değil, işbirliği esastı. 

  • "Türk milleti, yeni ihtida etmiş bir millet değildir. O en az bin yıldan beri İslâm ile müşerref olmuştur.

  • Tasavvuf ve Terbiye

    2016-02-22

    İslâm’da “sofî” kelimesinin menşei etrafında mühim tartışmalar cereyan etmiştir. Bizi, bu tartışmalar pek fazla ilgilendirmemektedir

  • İki Kavram

    2016-02-17

    İslâm’ın iki mukaddes kavramı… “Şeriat” ve “Tasavvuf… “

  • İslâm'da din, itibari, milli, mahalli veya beynelmilel bir değer değildir. İslâm, bütün zaman ve mekânların dini olarak âlemşümuldur. 

  • Hür İnsan

    2014-02-18

    Sayılarda anlaşmak kolaydır da, kelimelerde ve kavramlarda anlaşmak zordur. Bu sebepten ilim adamları, matematiği yalnız bir ilim olarak değil, "metodoloji" olarak da ele almışlardır.  

  • "Düşünen insana" saygı duyulur. "Şartlanmış insan" saygıya değer bulunmaz. Düşünen insan araştıran, "hakikate" özlem duyan kimsedir. 

  • Bundan 40 sene önce idi.Ailece Erzurum'da oturuyorduk.Ben,ortaokul son sınıfta idim.Evimiz misafirsiz kalmazdı.Akraba, eş ve dostumuz az değildi.

  • “Seni çok özledik. Galiba, derin yaralarından kan sızarak şehadet şerbetini içmeye yaklaşan bir mücahidin, bir yudum serin suya iştiyakından daha fazla bir özlem içindeyiz. 

  • Biz, genç okuyucularımıza, Batılı düşüncenin esaslarını kısaca anlatacağız. "Vahyin aydınlığından" kaçarak kendi "idrakini" gerçeğin mihengi sanan, Nietzsche' (Niçe) nin "trajik adamı", yani bir bakıma Batılı filozof, saçlarını ve sakalını yolarak düşünüyor: Acaba bilginin kaynağı objeler (esya) mi, yoksa "insan zihni" mi? İşte, her rengi ile Batı filozofisinin dimağını eriten, çatışmalara sebep olan, koskoca "felsefe tarihini" meydana getiren "temel soru" bu olmuştur. Evet bilginin kaynağı, "objet" mi, yoksa "sujet" mi? Varlığın mahiyeti nedir?

  • Fikir Sistemi

    2013-04-18

    Ülkemizde, nasıl meydana geldiği ayrı bir tartışma konusu olan "kavram kargaşalığı" belası yüzünden, gerçekten anlaşmak zorlaşmıştır. Sistem, doktrin, program, plan, strateji.. gibi kavramlar içiçe girmiş, çok defa birbirlerinin yerine kullanılır duruma getirilerek zihinler karıştırılmıştır. Oysa, bunlar farklı şeylerdir.

  • Âlem, bir «Kitab-ı Ekber» (en büyük kitabı) dir. Yer ve gökler, bu kitabın sahifeleri, maddî, hayatî ve ruhî tezahürleri ile bütün varlık ve olaylar ise, bu kitaba yazılmış «mesajları» yahut Kur'an-ı Kerim'in ifadesi ile «âyetleri» ifade ederler. Bu büyük kitabın muhatabı da «düşünen insan»dır. Düşünen insanın rehberi de akla yol gösteren ve onu vahyin aydınlığında yürüten «Kitabullah» tır

  • Madde, hayat ve ruh, itibarî (relatif) varlıklardır, Mutlak Varlık ise sadece Allah...İtibarî ve izafî varlıklar, yokolan varlıklar demek değildir. Varlıklarını Mutlak Varlığa borçludurlar. O'nunla vardırlar, O'nunla varlıkta durmaktadırlar

  • Kur'ân-ı Kerîm'in muhatabı, herhangi bir kavim, zümre ve sınıf değildir. O, bütün âlemlere ve bütün insanlara hitap eder. Yüce Kitabımız'da sıksık« Ya! Ben-i Âdeme.» (Ey! Adem-oğulları) ve «Ya! Eyyühennasü» (Ey! İnsanlar) hitabına rastlarız...

  • Felsefe» ayrı şeydir. «Din» ayrı şeydir. Bunlar arasında fark bulamayanlar, ya cahildir, yahut ard niyetli...

  • İnsanlardan gayrı varlıklar, sanki bilmekten çok bilinmek için yaratılmışlardır. Onlar. insan gibi bilmenin çilesini yaşamıyorlar.

  • İnsanlığın içinde bulunduğu “ahvalı” düşündüm de Şanlı Peygamberimi ve 0’nun aziz kadrosunu özledim. Şu anda, hepimiz, o’na ne kadar muhtacız!

  • Bir milletin hayatında "aydınların" çok önemli bir yeri vardır. Bir millet, sayıca ne kadar çok, kültürce ne kadar zengin olursa olsun, kendine öncülük edecek "aydın kadrolara" muhtaçtır.

  • İslâm dini, kendinden önce gelen bütün peygamberleri tasdik eder ve hepsini saygı ile anar.Bununla beraber, Bu yüce peygamberlere ait tebliğlerin bozulduğuna ve artık işe yaramaz duruma getirildiğine inanır.

  • İslam'da Tasavvuf

    2012-12-28

    İslâm'da tasavuf, ne Budizmin «Nirvanasına», ne Hıristiyanların «mistisizmine», ne Yahudi'nin «kabalizmine», ne Auguste Comte'un «insanlık dinine», ne de Spinoza'nın «panteizmine» benzer. Böyle bir benzerlik arayanlar, ya cahil olmalı, yahut ard niyetli...