İslam'a Göre Din Alemşümuldür.

Tarih: 2015-06-16 | Yazar : Seyyid Ahmed Arvasi | Kategori : Genel

İslâm'da din, itibari, milli, mahalli veya beynelmilel bir değer değildir. İslâm, bütün zaman ve mekânların dini olarak âlemşümuldur. Âlemşümul (üniversel) kavramı ile beynelmilel (international) kavramını birbirine karıştırmamak gerekir. Âlemşümul, bütün zaman ve mekân için geçerli olan bir hakikati, beynelmilel ise belli bir zaman ve mekân zarfında milletlerin aralarında uymayı kararlaştırdıkları veya gerçekleştirmek istedikleri değişebilir «norm» ve müesseseleri ifade eder. 
 
Aslında «din müessesesi», insanlık tarihinin her safhasında, kısaca bütün zaman ve mekânlarda mevcut olmuştur. Tarihin, hiçbir döneminde «lâik» bir kültür ve medeniyete rastla-nılamamıştır. Bütün toplumlar, dini aramışlar ve idraklerine göre yaşamışlardır. Hiç şüphesiz, dini, dinin getirdiği hakikati anlamada, Allah'tan beşer idrakine ulaşan «mesajları» yorumlamada, peygamber tebliğlerini idrakte ve yaşamada fertlerin, grupların, kavimlerin farklılaştığını görüyoruz. Gerçekten de insanoğlu, âlemşümul ve mutlak gerçeği özleyip aradığı halde, kendi idrakinin sınırlarına gelip dayanmış ve itibarî bir değerle yetinmek zorunda kalmıştır. Ama, insan idrâkinin bu yetersizliği, «âlemşümul hakikati» inkâr ve ihmal etmesine yetmez. Hiç şüphesiz, mutlak varlık olarak Allah vardır, ancak insan idrâki, bu mutlak varlığı beş duyusu ile veya tasavvurlar ile yakalamaya kalkıştığı zaman «açık» veya «gizli» putperest durumuna düşmektedir. Böylece, birçok toplumda örneğine rastladığımız gibi, bazı insanların güneşi, göçü, yıldızları, çeşitli tabiat kuvvetlerin , bitkileri, hayvanları güçlü insanları, yahut topyekün insanlığı, veyahut vehim ve hayallerini tanrılaştırıklarını görüyoruz. 

«Hiç»e (Nirvana'ya) yönelen Budist," kobra yılanı önünde> diz çöken Hindu kadın, Zeus, Apollon ve Afrodit heykelleri önünde dua eden Eski Grek, bunların sadece adlarını değiştirerek tapınan Eski Romalı, yüce bir peygamberi ve annesini yukarıdaki «üçlemeye» benzeterek, putperestlik dönemindeki «archetype» (kök - tiplerinden ayrılmayarak «bir tanrılar ailesine» tapınan Hıristiyan dünyası, kavmine «âlemlerin Rabbinden» haber veren "yüce peygamberlerin tebliğlerini, «kavm bir egoizm» ile değiştirerek, bütün varlıkların Yaradanım «İsrail'in Yahovası» durumuna getiren hahamlar, maalesef dinin âlemşümul hakikatini «örtmeye» sebep olmuşlardır. İslâm'da «küfür», hakikati örtmek ve perdelemek demektir. 

İslâm'da Allah, âlemlerin sahibidir, mutlak varlık olarak vardır, özlenilen ve fakat beş duyuya ve tasavvura gelmeyen ezelî ve ebedî hakikattir. Hiçbir itibarî varlık, Mutlak Varlığı ifade ve temsil edemez. Bununla beraber islâmiyet, kendi inanç ve esaslarından asla taviz vermeksizin insanın ferdî ve içtimaî gerçeklerine değer verir. Ferdin ve toplumun kendi inanç ve esaslarına ters düşmeyen değerlerini geliştirir. Milli ve mahallî değerleri örf ve âdetleri, kendi prensipleri içinde nizama sokar. İslâmiyet, millî varlığı ve değerleri inkâr etmez, ondaki «küfrü» ayıklar milleti yıkmadan —bilâkis güçlendirerek— müslümanlaştırır. Türk - İslâm ülküsü, Türk Milleti'ni İslâm'la, İslâm dinini Türk Milleti ile güçlendirmek ve yüceltmek demektir. 



Etiketler: Seyyid Ahmed Arvasi, Türk-İslam Ülküsü, İslam, Seyyid


Yazarın (Seyyid Ahmed Arvasi) Diğer Yazıları

  • İslâm terbiyesinde “medreseler” kadar “’tekkelerin” de mühim bir yeri vardır

  • “Şeriat”, müminleri, dıştan, “tarikat” İçten “disipline ederdi”. Bu sebepten “medrese” ile “tekke ve dergâhlar” arasında bir “çatışma” değil, işbirliği esastı. 

  • "Türk milleti, yeni ihtida etmiş bir millet değildir. O en az bin yıldan beri İslâm ile müşerref olmuştur.

  • Tasavvuf ve Terbiye

    2016-02-22

    İslâm’da “sofî” kelimesinin menşei etrafında mühim tartışmalar cereyan etmiştir. Bizi, bu tartışmalar pek fazla ilgilendirmemektedir

  • İki Kavram

    2016-02-17

    İslâm’ın iki mukaddes kavramı… “Şeriat” ve “Tasavvuf… “

  • İslâm'da din, itibari, milli, mahalli veya beynelmilel bir değer değildir. İslâm, bütün zaman ve mekânların dini olarak âlemşümuldur. 

  • Hür İnsan

    2014-02-18

    Sayılarda anlaşmak kolaydır da, kelimelerde ve kavramlarda anlaşmak zordur. Bu sebepten ilim adamları, matematiği yalnız bir ilim olarak değil, "metodoloji" olarak da ele almışlardır.  

  • "Düşünen insana" saygı duyulur. "Şartlanmış insan" saygıya değer bulunmaz. Düşünen insan araştıran, "hakikate" özlem duyan kimsedir. 

  • Bundan 40 sene önce idi.Ailece Erzurum'da oturuyorduk.Ben,ortaokul son sınıfta idim.Evimiz misafirsiz kalmazdı.Akraba, eş ve dostumuz az değildi.

  • “Seni çok özledik. Galiba, derin yaralarından kan sızarak şehadet şerbetini içmeye yaklaşan bir mücahidin, bir yudum serin suya iştiyakından daha fazla bir özlem içindeyiz. 

  • Biz, genç okuyucularımıza, Batılı düşüncenin esaslarını kısaca anlatacağız. "Vahyin aydınlığından" kaçarak kendi "idrakini" gerçeğin mihengi sanan, Nietzsche' (Niçe) nin "trajik adamı", yani bir bakıma Batılı filozof, saçlarını ve sakalını yolarak düşünüyor: Acaba bilginin kaynağı objeler (esya) mi, yoksa "insan zihni" mi? İşte, her rengi ile Batı filozofisinin dimağını eriten, çatışmalara sebep olan, koskoca "felsefe tarihini" meydana getiren "temel soru" bu olmuştur. Evet bilginin kaynağı, "objet" mi, yoksa "sujet" mi? Varlığın mahiyeti nedir?

  • Fikir Sistemi

    2013-04-18

    Ülkemizde, nasıl meydana geldiği ayrı bir tartışma konusu olan "kavram kargaşalığı" belası yüzünden, gerçekten anlaşmak zorlaşmıştır. Sistem, doktrin, program, plan, strateji.. gibi kavramlar içiçe girmiş, çok defa birbirlerinin yerine kullanılır duruma getirilerek zihinler karıştırılmıştır. Oysa, bunlar farklı şeylerdir.

  • Âlem, bir «Kitab-ı Ekber» (en büyük kitabı) dir. Yer ve gökler, bu kitabın sahifeleri, maddî, hayatî ve ruhî tezahürleri ile bütün varlık ve olaylar ise, bu kitaba yazılmış «mesajları» yahut Kur'an-ı Kerim'in ifadesi ile «âyetleri» ifade ederler. Bu büyük kitabın muhatabı da «düşünen insan»dır. Düşünen insanın rehberi de akla yol gösteren ve onu vahyin aydınlığında yürüten «Kitabullah» tır

  • Madde, hayat ve ruh, itibarî (relatif) varlıklardır, Mutlak Varlık ise sadece Allah...İtibarî ve izafî varlıklar, yokolan varlıklar demek değildir. Varlıklarını Mutlak Varlığa borçludurlar. O'nunla vardırlar, O'nunla varlıkta durmaktadırlar

  • Kur'ân-ı Kerîm'in muhatabı, herhangi bir kavim, zümre ve sınıf değildir. O, bütün âlemlere ve bütün insanlara hitap eder. Yüce Kitabımız'da sıksık« Ya! Ben-i Âdeme.» (Ey! Adem-oğulları) ve «Ya! Eyyühennasü» (Ey! İnsanlar) hitabına rastlarız...

  • Felsefe» ayrı şeydir. «Din» ayrı şeydir. Bunlar arasında fark bulamayanlar, ya cahildir, yahut ard niyetli...

  • İnsanlardan gayrı varlıklar, sanki bilmekten çok bilinmek için yaratılmışlardır. Onlar. insan gibi bilmenin çilesini yaşamıyorlar.

  • İnsanlığın içinde bulunduğu “ahvalı” düşündüm de Şanlı Peygamberimi ve 0’nun aziz kadrosunu özledim. Şu anda, hepimiz, o’na ne kadar muhtacız!

  • Bir milletin hayatında "aydınların" çok önemli bir yeri vardır. Bir millet, sayıca ne kadar çok, kültürce ne kadar zengin olursa olsun, kendine öncülük edecek "aydın kadrolara" muhtaçtır.

  • İslâm dini, kendinden önce gelen bütün peygamberleri tasdik eder ve hepsini saygı ile anar.Bununla beraber, Bu yüce peygamberlere ait tebliğlerin bozulduğuna ve artık işe yaramaz duruma getirildiğine inanır.

  • İslam'da Tasavvuf

    2012-12-28

    İslâm'da tasavuf, ne Budizmin «Nirvanasına», ne Hıristiyanların «mistisizmine», ne Yahudi'nin «kabalizmine», ne Auguste Comte'un «insanlık dinine», ne de Spinoza'nın «panteizmine» benzer. Böyle bir benzerlik arayanlar, ya cahil olmalı, yahut ard niyetli...