Tasavvuf ve Terbiye

Tarih: 2016-02-22 | Yazar : Seyyid Ahmed Arvasi | Kategori : Tasavvuf

İslâm’da “sofî” kelimesinin menşei etrafında mühim tartışmalar cereyan etmiştir. Bizi, bu tartışmalar pek fazla ilgilendirmemektedir. Bu kelime, ister şanlı Peygamber’in ilk meydana getirdiği terbiye, halkası olan “Ashab-ı Suffa”dan, ister yine yüce Peygamber’in sünnetine uyarak “yün elbise” (sof) giyinenlerin sıfatı olmaktan, ister arınmış, temizlenmiş kimseler mânâsına gelen “saf”tan gelmiş olsun ne fark eder?

Bizim için mühim olan; yüce ve mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’de “mukarrebîn” ve “Allah’ın velî kulları” olarak öğülen bu ulvî kadronun (mutasavvıfların), Allah ve Resûlü’nün çizgisinde yürüyerek ve zerre taviz vermeden “sırat-ı mustakim” üzere yücelmenin ve yüceltmenin yollarını göstermiş olmalarıdır.

İslâm’da “medrese” ve “tekke”, birbirine zıt, iki müessese değil, aynı imanı, aynı aşkı, aynı ahlâk ve şuuru, farklı, metodlarla kitlelere mal etmeye çalışan ve birbirini tamamlayan İslâmî kaynaklardı. “Medresede”, kitap, ders, akıl, nakil, tecrübe, müşahede, ilim, tâlim ve terbiye vardı. Orada “müderrisler” bir ömür boyu, didinir, çalışır, çırpınır “ilim adamları” yetiştirirdi. Orada, akıl ve zekâ ile başarıya ulaşılır, dünya ve ahîretin “sırları” öğrenilirdi. Oysa “tekkede”, yol daha kısa idi. Orada akıldan çok gönül, ilimden çok aşk, dış dünyadan çok iç dünya, tecrübe ve müşahededen çok “mükaşefe” vardı. Orada “kiyl ü kal” (dedim-dedi) ile vakit kaybeden müderrisler değil, “aşk” ile “tevhidin sırlarını” çözen “mürşidler” vardı. Mevlâna Celâleddin-i Rumî, bir rubaisinde, bu konuda şöyle buyururlar: “Aşkın gönlüme dolalı beri, senin aşkından başka neyim varsa hep yandı/Aklı, dersi, kitabı hep rafa koydum.” (Bkz. Mevlâna, Rubailer, -M. N. Gençosman- Sf: 96, 495. Rubai).

Gerçekten de “mutasavvıfların” hayat ve menkıbelerini inceleyenler hayretle görmüşlerdir ki, onlar, hiçbir ilmin, fennin ve aklın ulaşamıyacağı “ötelerin ötesinden” sesler getirmektedirler. Evet, onların böyle birer “hayat hikâyesi” vardır.

Bu konuda büyük fikir adamımız Necip Fazıl Kısakürek, “Halkadan Pırıltılar” adlı muhteşem eserinin önsözünde şöyle yazar; “Bu hikâyeler, dünyada insanî ve beşerî kaç mevcut varsa ve bu mevcutların ne kadar idrak müessesesi kurulmuşsa, topyekün hepsinin birden olamadığı, varamadığı, eremedlğl; ne şiirin, ne tılısımın, ne ilmin, ne fennin, ne aklın ulaşabildiği noktada bağdaş kuranların hayatından pırıltılardır.” (Bkz. ag.e. Önsöz).

İslâm’ın büyük mütefekkiri, Hüccet-ül İslâm İmam-ı Gazali Hazretleri, büyük bir ruhî bunalım içinde hakikati araştırırken, nihayet tasavvufun yüce kaynaklarını da kurcalamak ihtiyacını duyar. Bu maksatla Ebu Tâlib-I Mekkî Hazretlerinin “Kut-ül Kulûb” adlı kitabını, Hâris-I Muhasibî’nln kitaplarını, Cüneyd, Şiblî. Ebu Yezidî Bestamî ve diğer büyük mutasavvıfların sözlerinden meydana getirilmiş kitapları okur. Bu arada öğrenir ki, “Mutasavvıfların ilmi, netice itibarı ile nefse ait geçitleri atlatmaktan, onun kötü ahlâkiyle fena vasıflarından kendini uzaklaştırmaktan İbarettir. Bu suretle insan, kalbini, Allah’tan gayrı şeylerden boşaltır, onu Allah’ın zikri ile bezer.” (Bkz. İmam-ı Gazalî, El-Munkızu Min-Ad-Dalal,-Hilmi Güngör- 2. Baskı, 1960, Maarif Basımevi, Sf: 57).

İmam-I Gazali şöyle devam eder: “Şüphe götürmeyecek surette anladım ki, mutasavvıflar, Allah yolunu tutan kimselerdir. Onların gidişi, gidişlerin en iyisidir. Yolları, yolların en doğrusudur. Ahlâkları, ahlâkların en temizidir… Onların dışlarındaki ve içlerindeki bütün hareketleri ve durgunlukları, hep nübüvvet kandilinin ışığından alınmıştır.” (Bkz. a.g,e., Sf: 63-64).

Evet, “şeriatın” büyük üstadı İmam-ı Gazali hazretleri “tasavvuf* konusunda böyle düşünür ve böyle yazar. Çünkü, bunların her ikisi de ayni hakikatin iki yüzü gibidir.




Etiketler: Seyyid Ahmet Arvasi,Arvasi, Arvas,Tasavvuf, Tarikat, Şeriat,İslam,Sufi, Sofi


Yazarın (Seyyid Ahmed Arvasi) Diğer Yazıları

  • İslâm terbiyesinde “medreseler” kadar “’tekkelerin” de mühim bir yeri vardır

  • “Şeriat”, müminleri, dıştan, “tarikat” İçten “disipline ederdi”. Bu sebepten “medrese” ile “tekke ve dergâhlar” arasında bir “çatışma” değil, işbirliği esastı. 

  • "Türk milleti, yeni ihtida etmiş bir millet değildir. O en az bin yıldan beri İslâm ile müşerref olmuştur.

  • Tasavvuf ve Terbiye

    2016-02-22

    İslâm’da “sofî” kelimesinin menşei etrafında mühim tartışmalar cereyan etmiştir. Bizi, bu tartışmalar pek fazla ilgilendirmemektedir

  • İki Kavram

    2016-02-17

    İslâm’ın iki mukaddes kavramı… “Şeriat” ve “Tasavvuf… “

  • İslâm'da din, itibari, milli, mahalli veya beynelmilel bir değer değildir. İslâm, bütün zaman ve mekânların dini olarak âlemşümuldur. 

  • Hür İnsan

    2014-02-18

    Sayılarda anlaşmak kolaydır da, kelimelerde ve kavramlarda anlaşmak zordur. Bu sebepten ilim adamları, matematiği yalnız bir ilim olarak değil, "metodoloji" olarak da ele almışlardır.  

  • "Düşünen insana" saygı duyulur. "Şartlanmış insan" saygıya değer bulunmaz. Düşünen insan araştıran, "hakikate" özlem duyan kimsedir. 

  • Bundan 40 sene önce idi.Ailece Erzurum'da oturuyorduk.Ben,ortaokul son sınıfta idim.Evimiz misafirsiz kalmazdı.Akraba, eş ve dostumuz az değildi.

  • “Seni çok özledik. Galiba, derin yaralarından kan sızarak şehadet şerbetini içmeye yaklaşan bir mücahidin, bir yudum serin suya iştiyakından daha fazla bir özlem içindeyiz. 

  • Biz, genç okuyucularımıza, Batılı düşüncenin esaslarını kısaca anlatacağız. "Vahyin aydınlığından" kaçarak kendi "idrakini" gerçeğin mihengi sanan, Nietzsche' (Niçe) nin "trajik adamı", yani bir bakıma Batılı filozof, saçlarını ve sakalını yolarak düşünüyor: Acaba bilginin kaynağı objeler (esya) mi, yoksa "insan zihni" mi? İşte, her rengi ile Batı filozofisinin dimağını eriten, çatışmalara sebep olan, koskoca "felsefe tarihini" meydana getiren "temel soru" bu olmuştur. Evet bilginin kaynağı, "objet" mi, yoksa "sujet" mi? Varlığın mahiyeti nedir?

  • Fikir Sistemi

    2013-04-18

    Ülkemizde, nasıl meydana geldiği ayrı bir tartışma konusu olan "kavram kargaşalığı" belası yüzünden, gerçekten anlaşmak zorlaşmıştır. Sistem, doktrin, program, plan, strateji.. gibi kavramlar içiçe girmiş, çok defa birbirlerinin yerine kullanılır duruma getirilerek zihinler karıştırılmıştır. Oysa, bunlar farklı şeylerdir.

  • Âlem, bir «Kitab-ı Ekber» (en büyük kitabı) dir. Yer ve gökler, bu kitabın sahifeleri, maddî, hayatî ve ruhî tezahürleri ile bütün varlık ve olaylar ise, bu kitaba yazılmış «mesajları» yahut Kur'an-ı Kerim'in ifadesi ile «âyetleri» ifade ederler. Bu büyük kitabın muhatabı da «düşünen insan»dır. Düşünen insanın rehberi de akla yol gösteren ve onu vahyin aydınlığında yürüten «Kitabullah» tır

  • Madde, hayat ve ruh, itibarî (relatif) varlıklardır, Mutlak Varlık ise sadece Allah...İtibarî ve izafî varlıklar, yokolan varlıklar demek değildir. Varlıklarını Mutlak Varlığa borçludurlar. O'nunla vardırlar, O'nunla varlıkta durmaktadırlar

  • Kur'ân-ı Kerîm'in muhatabı, herhangi bir kavim, zümre ve sınıf değildir. O, bütün âlemlere ve bütün insanlara hitap eder. Yüce Kitabımız'da sıksık« Ya! Ben-i Âdeme.» (Ey! Adem-oğulları) ve «Ya! Eyyühennasü» (Ey! İnsanlar) hitabına rastlarız...

  • Felsefe» ayrı şeydir. «Din» ayrı şeydir. Bunlar arasında fark bulamayanlar, ya cahildir, yahut ard niyetli...

  • İnsanlardan gayrı varlıklar, sanki bilmekten çok bilinmek için yaratılmışlardır. Onlar. insan gibi bilmenin çilesini yaşamıyorlar.

  • İnsanlığın içinde bulunduğu “ahvalı” düşündüm de Şanlı Peygamberimi ve 0’nun aziz kadrosunu özledim. Şu anda, hepimiz, o’na ne kadar muhtacız!

  • Bir milletin hayatında "aydınların" çok önemli bir yeri vardır. Bir millet, sayıca ne kadar çok, kültürce ne kadar zengin olursa olsun, kendine öncülük edecek "aydın kadrolara" muhtaçtır.

  • İslâm dini, kendinden önce gelen bütün peygamberleri tasdik eder ve hepsini saygı ile anar.Bununla beraber, Bu yüce peygamberlere ait tebliğlerin bozulduğuna ve artık işe yaramaz duruma getirildiğine inanır.

  • İslam'da Tasavvuf

    2012-12-28

    İslâm'da tasavuf, ne Budizmin «Nirvanasına», ne Hıristiyanların «mistisizmine», ne Yahudi'nin «kabalizmine», ne Auguste Comte'un «insanlık dinine», ne de Spinoza'nın «panteizmine» benzer. Böyle bir benzerlik arayanlar, ya cahil olmalı, yahut ard niyetli...