Gerçek ve Sözde Aydınlar

Tarih: 2013-01-17 | Yazar : Seyyid Ahmed Arvasi | Kategori : Genel

Bir milletin hayatında "aydınların" çok önemli bir yeri vardır. Bir millet, sayıca ne kadar çok, kültürce ne kadar zengin olursa olsun, kendine öncülük edecek "aydın kadrolara" muhtaçtır.

Müşahedeler göstermektedir ki, yeter "sayı" ve "kalitede" aydına sahip olmayan cemiyetler, kolay kolay başarıya ulaşamamaktadırlar.Artık, herkes rahatça görmektedir ki, ekonomik, sosyal, kültürel ve politik savaşların ağır yükünü "aydınlar" çekmektedir. Kısaca denebilir ki, milletlerarası her türlü savaş, "aydın kadrolar" arasında cereyan etmektedir.

Bu savaşlarda, "aydınların başarısı", milletlerini hakkı ile temsil edebilmeleri ölçüsünde artar. Esasen, gerçek mânâda "aydın", kendi milletine, kendi tarihine, kendi kültür ve medeniyetine, kendi mukaddeslerine, kendi millî ülkü ve hedeflerine yabancılaşmadan çağdaşlaşabilen kimse demektir.Ancak bu niteliklere sahip aydınlardır ki, milletlerine faydalı olabilirler. Bunun aksine, kendi milletini hor ve hakir gören, milletinin şerefli geçmişini karalayan ve hattâ inkâr eden, kendi kültür ve medeniyetinden utanıp yabancı kültür ve medeniyetlere özenen, milletinin moral değerlerine cephe alan, millî ülkü ve hedeflere yabancılaşan ve bu acıklı durumunu "çağdaşlık ve ilerilik" olarak reklâm eden "sözde aydınlar" ise milletlerine "sömürge idarelerinden" daha fazla zarar verirler.Bu noktada belirtelim ki, yukarıda sözünü ettiğimiz "gerçek aydınlar" ile "sözde aydınlar" arasında, kaçınılmaz bir mücadele vardır. İtiraf edelim ki, bu mücadele, içinde Türkiyemiz'in de bulunduğu İslâm Dünyasında hayli çetin cereyan etmektedir. İslâm Dünyası'nın son iki asırdan beri yaşamakta olduğu buhran, "aydınları" da bölmüştür.

Durum, ülkemizde de aynıdır. Çeşitli vesilelerle bir araya gelindiğinde, bu manzara daha iyi görülmektedir. Şimdi "aydınlarımızın" üzerinde rahatça an/aşabilecekleri "asgarî müşterekleri" çok azalmıştır. Kendi aralarında rahatça konuşamamakta ve diyalog kuramamaktadırlar.Gerçekten de bir "milliyetçi" ile bir "beynelmilelci" nasıl anlaşabilirler? Yine, "Türkiye Tarihini", Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi olarak bir bütünlük içinde değerlendiren kimse ile, Anadolu'daki tarihî maceramızı hanedanlara ve rejimlere- göre parçalayıp birbirinden koparan bir kimse nasıl anlaşabilir?

Bunun yanında, Türk-İslâm Kültür ve Medeniyetini, yepyeni bir rönesans ruhu ile ihya etmek isteyen kadrolar ile milleti, şu veya bu "yabancı kültür ve medeniyet”e yamamaya hazırlamak isteyen insanlar nasıl anlaşabilirler? Vicdanını, aydınlık inançların ışığında arındırıp yaşamak isteyen kimselerle, ısrarla "ben ateistim" deyip fırsat buldukça, bunlara saldıran kişi ve kadrolar nasıl anlaşabilirler? Milletimizin gelişme, kalkınma, çağdaşlaşma ve bütünleşme konusunda, uzlaşması mümkün olmayan görüşleri benimseyenler nasıl el ele versinler?

Belli ki, eğitimimizde bir sakatlık var... Yıllar yılıdır, muhtaç olduğumuz "kadroları" yetiştirmekte başarılı olamıyoruz. Bu konuda yetkililer, parlak lafların ötesinde, yaralara merhem olacak bir çare getiremiyorlar. Yani, milletçe özlediğimiz icraat yok... Sadece laf... O kadar!Evet, bütün mesele, ülkemizi "sözde aydınların" tasallutundan kurtarıp "gerçek aydınlara" yol açmak...




Etiketler: Seyyid Ahmed Arvasi


Yazarın (Seyyid Ahmed Arvasi) Diğer Yazıları

  • İslâm terbiyesinde “medreseler” kadar “’tekkelerin” de mühim bir yeri vardır

  • “Şeriat”, müminleri, dıştan, “tarikat” İçten “disipline ederdi”. Bu sebepten “medrese” ile “tekke ve dergâhlar” arasında bir “çatışma” değil, işbirliği esastı. 

  • "Türk milleti, yeni ihtida etmiş bir millet değildir. O en az bin yıldan beri İslâm ile müşerref olmuştur.

  • Tasavvuf ve Terbiye

    2016-02-22

    İslâm’da “sofî” kelimesinin menşei etrafında mühim tartışmalar cereyan etmiştir. Bizi, bu tartışmalar pek fazla ilgilendirmemektedir

  • İki Kavram

    2016-02-17

    İslâm’ın iki mukaddes kavramı… “Şeriat” ve “Tasavvuf… “

  • İslâm'da din, itibari, milli, mahalli veya beynelmilel bir değer değildir. İslâm, bütün zaman ve mekânların dini olarak âlemşümuldur. 

  • Hür İnsan

    2014-02-18

    Sayılarda anlaşmak kolaydır da, kelimelerde ve kavramlarda anlaşmak zordur. Bu sebepten ilim adamları, matematiği yalnız bir ilim olarak değil, "metodoloji" olarak da ele almışlardır.  

  • "Düşünen insana" saygı duyulur. "Şartlanmış insan" saygıya değer bulunmaz. Düşünen insan araştıran, "hakikate" özlem duyan kimsedir. 

  • Bundan 40 sene önce idi.Ailece Erzurum'da oturuyorduk.Ben,ortaokul son sınıfta idim.Evimiz misafirsiz kalmazdı.Akraba, eş ve dostumuz az değildi.

  • “Seni çok özledik. Galiba, derin yaralarından kan sızarak şehadet şerbetini içmeye yaklaşan bir mücahidin, bir yudum serin suya iştiyakından daha fazla bir özlem içindeyiz. 

  • Biz, genç okuyucularımıza, Batılı düşüncenin esaslarını kısaca anlatacağız. "Vahyin aydınlığından" kaçarak kendi "idrakini" gerçeğin mihengi sanan, Nietzsche' (Niçe) nin "trajik adamı", yani bir bakıma Batılı filozof, saçlarını ve sakalını yolarak düşünüyor: Acaba bilginin kaynağı objeler (esya) mi, yoksa "insan zihni" mi? İşte, her rengi ile Batı filozofisinin dimağını eriten, çatışmalara sebep olan, koskoca "felsefe tarihini" meydana getiren "temel soru" bu olmuştur. Evet bilginin kaynağı, "objet" mi, yoksa "sujet" mi? Varlığın mahiyeti nedir?

  • Fikir Sistemi

    2013-04-18

    Ülkemizde, nasıl meydana geldiği ayrı bir tartışma konusu olan "kavram kargaşalığı" belası yüzünden, gerçekten anlaşmak zorlaşmıştır. Sistem, doktrin, program, plan, strateji.. gibi kavramlar içiçe girmiş, çok defa birbirlerinin yerine kullanılır duruma getirilerek zihinler karıştırılmıştır. Oysa, bunlar farklı şeylerdir.

  • Âlem, bir «Kitab-ı Ekber» (en büyük kitabı) dir. Yer ve gökler, bu kitabın sahifeleri, maddî, hayatî ve ruhî tezahürleri ile bütün varlık ve olaylar ise, bu kitaba yazılmış «mesajları» yahut Kur'an-ı Kerim'in ifadesi ile «âyetleri» ifade ederler. Bu büyük kitabın muhatabı da «düşünen insan»dır. Düşünen insanın rehberi de akla yol gösteren ve onu vahyin aydınlığında yürüten «Kitabullah» tır

  • Madde, hayat ve ruh, itibarî (relatif) varlıklardır, Mutlak Varlık ise sadece Allah...İtibarî ve izafî varlıklar, yokolan varlıklar demek değildir. Varlıklarını Mutlak Varlığa borçludurlar. O'nunla vardırlar, O'nunla varlıkta durmaktadırlar

  • Kur'ân-ı Kerîm'in muhatabı, herhangi bir kavim, zümre ve sınıf değildir. O, bütün âlemlere ve bütün insanlara hitap eder. Yüce Kitabımız'da sıksık« Ya! Ben-i Âdeme.» (Ey! Adem-oğulları) ve «Ya! Eyyühennasü» (Ey! İnsanlar) hitabına rastlarız...

  • Felsefe» ayrı şeydir. «Din» ayrı şeydir. Bunlar arasında fark bulamayanlar, ya cahildir, yahut ard niyetli...

  • İnsanlardan gayrı varlıklar, sanki bilmekten çok bilinmek için yaratılmışlardır. Onlar. insan gibi bilmenin çilesini yaşamıyorlar.

  • İnsanlığın içinde bulunduğu “ahvalı” düşündüm de Şanlı Peygamberimi ve 0’nun aziz kadrosunu özledim. Şu anda, hepimiz, o’na ne kadar muhtacız!

  • Bir milletin hayatında "aydınların" çok önemli bir yeri vardır. Bir millet, sayıca ne kadar çok, kültürce ne kadar zengin olursa olsun, kendine öncülük edecek "aydın kadrolara" muhtaçtır.

  • İslâm dini, kendinden önce gelen bütün peygamberleri tasdik eder ve hepsini saygı ile anar.Bununla beraber, Bu yüce peygamberlere ait tebliğlerin bozulduğuna ve artık işe yaramaz duruma getirildiğine inanır.

  • İslam'da Tasavvuf

    2012-12-28

    İslâm'da tasavuf, ne Budizmin «Nirvanasına», ne Hıristiyanların «mistisizmine», ne Yahudi'nin «kabalizmine», ne Auguste Comte'un «insanlık dinine», ne de Spinoza'nın «panteizmine» benzer. Böyle bir benzerlik arayanlar, ya cahil olmalı, yahut ard niyetli...