*Efendi hazretlerini sevenlerden İskender beyin hanımefendisinin gördüğü rüyadır.
Yakında görmüş olduğum bir rüyamı ta’bîr buyurmanız için yazıyorum. Cenâb-ı Hak hayırlara tebdil etsin. Âmin.
Bir gece menâmda Peygamberimizi (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) rüyada, ölmüş ve tenâşir üzerinde gasl edilip, techîz ve tekfin edildiğini gördüm. Hemen gittim, mübarek yanağından öptüm. Sonra birisi geldi, bana sordu ve: “Bu hangi tarîka mensûbdur” dedi. Ben de, hiçbir tarîka mensûb değildir. Fakat dünyâya bundan daha yüksek kimse gelmemiştir ve bilhassa ahlaken bundan daha yüksek hiç kimse yoktur, dedim. Bilâhere tabutu ile beraber, bir yol üzerine mezarını kazmağa başladılar. Fakat taş olduğu için, imkânı yok, derin kazılamadı ve tabutu ile beraber defn ettik. Üzeri örtüldü. Bu ameliyye bitmeden, baş ucunda büyük biraderimin ailesi, yengem duruyor ve Peygamber sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem’in kabri içinden yüzünü açtı. Güya cenaze içeride teaffün etmiş de, milyonlarca siyah küçük kara sinekler uçuşmağa başladı. Hayretler içinde uyandım. Şurasını da yazmadan geçemiyorum: Nedense bir hiss-i kablel-vuku’, İmâm-ı A’zamın gördüğü rüyadan ilham alarak cenaze teaffün edip, milyonlarca küçük sinekleri şöyle ta’bîr ettirdi: Cenâb-ı Hakkın: “Ey Habîbim, ben bu dîne küffâr kullarım ile de nusret veririm” va’d-i sübhânisi acaba tecelli mi etti. Yalnız bu sinekler arabi midir, yoksa küffâr mı, burasını re’y-i âlinize, diğer kısımları ile bırakarak mufassal ta’bîrinizi ve kendime âid kısımlarını da yazarak bildirmenizi ehemmiyetle rica, eder, hürmetle ellerinizden öperim.
CEVÂB VE TA’BİRİ
Ma’lûmdur ki, âlem-i his -ki ma’lûmumuz olan ve içinde bulunduğumuz âlemdir. Ve keza âlem-i hayalî, ya’nî âlem-i hulyâ ve âlem-i rüya ki, hâlet-i nevmde [uykuda] rüyada görülenden ibarettir- ve âlem-i keşf, ulemâ-i kiramın ve evliyâ-yı izamın uyanık olarak müşahede ettiği ahval-ı gaybin ve sâir âlemler -ki lâ ekal [en az] onsekiz bin âlem, Hak sübhânehu ve teâlânın mahlûkları ve masnû’ları, mülkleri ve memlûklerîdir- her âlemin kendisine göre çok vâsi’ ve çok geniş ve çok kât’i ve çok kâfil ma’nâları, imâları, işaretleri ve beşaretleri, tazammunları ve iltizamları vardır. Zira kârhâne-i ülûhiyette abes muhaldir. Ya’nî hiçbir şey abes halk olunmamıştır. Ya’nî yersiz, hikmetsiz, maksadsız değildir. Buna binâen âlem-i rüyada görülmüş olan ahvâl, Enbiyâ-ı izam (aleyhimüssalâtü vesselam) dâhil olduğu halde, evliyayı kiramın rüyâ-ı salihaları ve bütün müslümanların, havas ve avamının ve bil-cümle fâsık ve fâcir ve kâfır-i bedhâh [kötü niyetli] ve mürted ve zındîkların, dinli ve dinsiz olan kâfirlerin de rüyaları boş değildir. Hiçbir hulyâ ve hiçbir tahayyül, hiçbir teemmül, hiçbir tefekkür, hiçbir tezekkür hikmetsiz ve hâlî [boş] değildir. Hepsi mahlûktur. Masnû’-i ilâhidir. Boş değillerdir ki, bunlara edgas-ı ahlam ta’bîr olunur. Hiçbir ses, hiçbir levn [renk], hiçbir zevk [tat], hiçbir hareket, hiçbir sükûn, zerre zerre hiçbir masnû’ [varlık] abes değildir. Kârhâne-i ülûhiyette hiçbir şey menfâatsiz ve maslahatsız ve zayi’ değildir. Cümlesi ve cümlesi Hakîm-i mutlak olan Cenâb-ı Zül-Celâlin mahlûklarıdır. Zira abeslik câhile, ahmaka ve çocuklara muhtastır. Allahu teâlâ bunların hepsinden müberrâdır.
Fakat bunların ma’nâlarını, işaretlerini, imâlarını bittamam anlamak makam-ı nübüvvete mahsûstur. Ve kısm-ı küllisini anlamak ehli olan evliyâ-ı kiram ve müctehîdîn-i i’zam ve ulema-i a’lâma mahsûstur. Bir milyonda bir cüz’ünü zekî ve fatîn müslümanlar anlarlar. Pek azını bizim gibi avam insanlar dahî fırâset-i îmâniyye tarîki ile bir şeyler anlayabilirler. Meselâ Cenâb-ı Hakkı (celle şânühü) rüyada görmek, ki ulemâ-ı izam -âdî hocalar değil- arasında ihtilaflıdır. Mümkün mü, değil mi, vâkı’mi, değil mi, doğru mu, değil mi? diye ihtilâf etmişlerdir ve indet-tahkîk, şer’-i şerîf-i Ahmedînin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) tecviz buyurdukları surette caiz ve mümkün ve vâki’ ve bunun ekseriya ta’bîri, gören ve görülen tâlib-i ilimler ve sâlik-i tarîklerin ileride âlim olmasıyla ta’bîr olunur. Fakirler ganî [zengin] olur, hastalar şifâ bulur, garîbler vâsıl olur, kavuşur. Daha daha çok çok menâfi’ husul bulur. Zât-ı zülcelâle (celle celâlühü) âid olan şeyler gayr-i mütenâhîdir. Bunun ta’bîri de gayr-i mütenâhidir.
Peygamberân-ı izam (alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalâtü vesselâm)ın gördükleri rüyalar, kendilerinin peygamber olacaklarını beyân ve kendilerinin ahvâlini müş’ir olan enbiyâ-ı izamın nübüvvetinden evvel gördükleri rüyalarla tevilli ve tefsîrli ve tevilsiz olabilirler. Bu mes’ele pek vâsi’ ve geniştir. İbrahim aleyhisselâmın gördüğü rüya gibi. (Rüyada oğlunu zebh eder [boğazlar] görmesi gibi). Nübüvvetten, ya’nî peygamber olduktan sonra her gördükleri rüya, fecr-i sâdık gibi doğrudur. Ta’bîrli de olabilir, ta’bîrsiz, aynı aynîne de zuhur eder. Kur’ân-ı kerîm ve Kâbe-i muazzama, Beytullah ve Mescid-i Aksa ve sâir ma’bedler ve dînî eserler, hatta bunların sofaları, kapılan, duvarları ilâahir gibi rüyada görmek birer birer ma’nâlıdırlar. Bunların manâlarını, imâlarını, işaretlerini bilmek büyük bir ilme, büyük bir salaha, büyük bir îmana mütevakkıftır. Enbiyâ-ı izamı (alâ nebiyyina ve aleyhimussalatü vesselam) rüyada görmek, Âdem aleyhisselâmı, Şît aleyhisselâmı, her birisini ayrı ayrı rüyada görmek, başka başka ma’nâlara ve hususiyetlere delâlet eder.
Bakınız ki, ne kadar vâsi’, ne kadar derin bir ilimdir.Server-i âlemi (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) rüyada görmek, mutlaka şerîatini görmek demektir. Ya’nî görülen onun şerîatinden ibarettir. Evsaf ve şemâil-i şerîfeleri ile, aynı aynına, tam tamına kemâlde görmek, o mekânda, o kavimde, o zamanda şerîatlerinin kemâliyle itibârda ve amelde bulunduğuna delâlet-i kat’iyye ile delâlet eder.
Hasta görmek, ma’yûb [ayıblı] görmek, ya’nî evsâf-ı aliyye-i Peygamberinin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) aksi bir surette görmek, bil-akis ma’kûs görüldüğü nisbette, şerîatinin, dîninin amel edilmez olduğuna delâlet-i kat’iyye ile delâlet eder. Çünkü yeryüzünde bakı kalan ancak şerîatidir. Husûsan bin târihinden sonra-ki bin aded-i kâmildir-kendisinin vücûd-i unsurisi âlem-i hissîden âlem-i ma’nevîye dönmüştür. Binâen aleyh kendi âsârından ancak şerîati kalmıştır ve ilelebed bakîdir. Kemalden her ne kadar noksan görülürse, şerîati de o nisbette amelden noksan olduğuna işarettir.
Peygamberi (aleyhisselâtü vesselam) vücûd-i unsurisi ile, ya’nî vücûd-i beşeriyesiyle aynı aynına görmek, vefatlarından çok sonra da, bundan bin sene evveline kadar, evliyâ-yı Şâzilîyeye vâki’ olmuştur. Meselâ Ebûl-Hasan Şâzilî -ki Süveyş’de medfündur-: “Eğer ben bir lahza [an] onu baş gözümle görmesem, ya’nî bir lahza gözümden gaib olsa, kendimi Onun ümmetinden ad etmem, saymam” buyurmuştur.” Onun halîfesi olan Ebûl-Abbas Mürsî -ki İskenderiye’de medfundur- : “Herkes lâzım olan mes’eleyi kitablardan aldıkları gibi, ben onu gözümle görür ve mes’eleyi kendisinden suâl ederim” buyururlar. Onun halîfesi olan Ahmed bin Ataullah İskenderî der ki: “Her ne vakit istersem, onun vücûd-i mübareklerini baş gözümle görürüm”. Bu hâl evliyâ-i Şâziliyede çok vâki’ olmuştur.