Birinci Cild İkiyüzyirminci Mektub

Tarih: 2016-06-20 | Yazar : İmam-ı Rabbani (kuddise sirruhu) | Kategori: Tasavvuf

Bu mektûb, şeyh Hamîd-i Bingâlîye yazılmıştır. Tesavvuf büyüklerinin yanıldıkları şeylerden birkaçını bildirmektedir:

Âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâya hamd olsun. Peygamberlerin en üstününe ve Onun Âline ve Eshâbının hepsine selâm ve düâlar olsun . Buradaki fakirlerin hâli, hergün daha iyi olmaktadır. Hergün daha çok şükr etmek lâzım gelmektedir. Uzaktaki sevdiklerimizin de böyle olmalarını istiyoruz.

Azîzim! Bu hiç bilinmiyen yolda, yolcuların ayağı kayacak yerler çoktur. Îtikatta ve her işte, islâmiyetin ipinin ucuna yapışmak lâzımdır. Yanımda olanlara ve uzakta olanlara yapacağım nasihat, yalnız budur. Aman, gâfil olmayınız! Bu yolda, yolcuları şaşırtan birkaç yanlışlığı yazıyorum. Bu yanlışlıkların sebeblerini açıklıyorum. Dikkat ile, düşünerek okuyunuz! Başka yerlerde de, bunlarla ölçerek hareket ediniz!

Tesavvuf yolundaki yanılmaların birisi, sâlik, yâni yolcu, makamlara yükselirken, âlimlerin sözbirliği ile yüksekliklerini bildirdikleri kimselerden kendini daha yüksek bulmasıdır. Bu sâlikin makamı, bu büyüklerin makamlarından elbette aşağıdır. Fakat sâlik, bâzan kendini, insanların en üstünü oldukları meydanda olan Peygamberlerin de üstünde görür. Böyle görmekten Allahü teâlâya sığınırız. Birçoklarının böyle yanlış görmeleri şundandır ki, Peygamberler ve Evliyânın hepsi, önce, kendi varlıklarının mebde-i te'ayyünü olan ismlere kadar çıkarlar. Böyle çıkanlar (Velî) olur. Vilâyet mertebesine kavuşur. Sonra, bu ismlerde ve ismlerden, Allahü teâlânın dilediği makamlara yükselirler. Fakat, bu yükselmelerde, hepsinin konak yerleri, vücûdlerinin mebde-i te'ayyünü olan ismlerdir. Yükselirlerken, onları arayan, çok zaman, o ismlerde bulur. Çünki o büyüklerin, yükselirken, tabî'î yerleri, bu ismlerdir. Bu ismlerden, yukarı ve aşağı hareket etmek, sonradan te'sîr eden kuvvetlerle olur. Yaradılışı yüksek olan bir sâlik, o ismlerden yukarı ilerler. O ismlerin sahipleri olan Peygamberlerden kendini daha yukarı sanır. Önce inanmış, îman etmiş olduğunu unutur. Peygamberlerin yüksekliğinde, Evliyânın üstünlüklerinde şübheye düşer. Bu makam, sâliklerin ayaklarının kaydığı yerdir. Bu zaman, sâlik, o büyüklerin, bu makamlardan sonsuza doğru yükselmiş olduklarını bilemez. O ismlerin, yükselirlerken, tabî'î yerleri olduğunu da bilemez. Kendisinin, yükselirken, tabî'î yeri bulunduğunu, kendi yerinin, o büyüklerin yerleri olan o ismlerin altında ve çok aşağıda olduğunu düşünemez. Bir kimsenin üstünlüğü, tabî'î yerinin yüksekliği ile ölçülür. O yer, kendi mebde-i te'ayyünü olan ism-i ilâhîdir. Yine bunun içindir ki, büyüklerden birkaçı demiştir ki, ârif yükselirken, büyük aracıyı arada bulmaz. O arada olmadan yükselir. Hocam Muhammed Bâkî-billah hazretleri, Râbi'a-i Adviyyenin de, bunlardan biri olduğunu bildirmişti. Bunlar yükselirken, büyük aracının mebde-i te'ayyünü olan ismden ileri çıkınca, Berzahiyyet-i kübrânın arada kalmadığını sanıyorlar. (Berzahiyyet-i kübrâ), hakîkat-i Muhammediyyeye diyorlar. İşin doğrusunu yukarıda bildirdik.

Bu yanılmaya, sâliklerin kimisinde de, sebeb şu olmaktadır: Sâlik, kendi mebde-i te'ayyünü olan ismde seyr ederken, ilerlerken, büyüklerin mebde-i te'ayyünleri olan ismleri de topluca geçmektedir. Çünki her ismde, bütün ismler kısaca bulunmaktadır. İnsanın, herşeyi kendinde bulundurması, mebde-i te'ayyünü olan ismde, bütün ismlerin bulunduğu içindir. Sâlik kendi isminde ilerlerken, büyüklerin ismlerini de kısaca geçerek, ismin sonuna gelir. Kendinin daha üstün olduğunu sanır. Görmüş olduğu ve hepsinin geçmiş olduğu, büyüklerin makamlarının, makamların aslı olmayıp, nümûneleri olduğunu anlıyamaz. Bu makamda, kendini, hepsini toplamış ve onları kendinin parçaları sanarak, kendini daha yüksek görür. Bâyezîd-i Bistâmî bunun için, (Bayrağım, Muhammed aleyhisselâmın bayrağından daha yüksektir) dedi. Aklı başında olmadığı için, bayrağının, Muhammed aleyhisselâmın bayrağından değil, o bayrağın görüntüsünden daha yüksek olduğunu anlıyamadı. Kendi isminin hakîkatinde, o ismin görüntüsünü görmüştü. Yine bunun için, kalbinin çok geniş olduğunu bildirdi. (Arş ve bütün içindekiler, ârifin kalbinin köşesine konsalar, hiç duymaz) dedi. Burada da, birşeyin görüntüsünü, kendisi ile karıştırdı. Çünki Allahü teâlâ, Arşa (Büyük) buyurdu. Ârifin kalbinin Arş yanında ne kıymeti olur, ne miktarı olur? Arşta olan zuhûrun yüzde biri kalbde görülmez. İsterse ârifin kalbi olsun. Cennette olan görmek, Arşta zuhûr edecektir. Bu söz, bugün tesavvufculardan birçoğuna ağır gelirse de, fakat yarın doğru olduğunu anlıyacaklardır. Bu sözümüzü bir misâl ile açıklıyalım:

İnsanda elementler bulunduğu gibi, göklerden de benzerler vardır. İnsan, bütün bunların kendinde bulunduğunu düşünür. Bütün elementleri ve gökleri kendi parçaları olarak görürse ve bu görüşü kendini kaplarsa, ben yer küresinden daha büyüküm ve göklerden daha genişim diyebilir. Aklı olan kimse, bu sözü işitince, onun kendinde bulunan parçalardan daha büyük olduğunu, yer küresinin ve göklerin ise, onun parçaları olmadıklarını anlar. Bunların benzerleri, onun parçalarıdır. O, bu parçaları olan nümûnelerden daha büyüktür. Yoksa, yer küresinin ve göklerin kendilerinden daha büyük değildir. Birşeyin nümûnesi, yâni benzerini, onun kendisi zannettiği içindir ki, (Fütûhât-i Mekkiyye) kitabının sahibi olan Muhyiddîn-i Arabî, (Cem-i Muhammedî, cem-i ilâhîden daha geniştir) dedi. Çünki, (Cem-i Muhammedî)de ilâhî hakîkatler ile mahlûkların hakîkatleri vardır. Bunun için, daha geniş olur dedi. Hâlbuki, orada ancak, ülûhiyyet mertebesinin zıllerinden, görüntülerinden bir zıllin bulunduğunu, o mertebenin hakîkatinin bulunmadığını anlıyamadı. O mukaddes mertebe, azametli ve kibriyâ sıfatlıdır. Cem-i Muhammedî bunun yanında hiç kalır. Bir avuç toprak nerede, herşeyin sahibi nerede?

Şunu da söyliyelim ki, sâlik kendi rabbi olan ismde seyr eder, ilerlerken, üstünlükleri sözbirliği ile belli olan büyüklerden birkaçını, kendisi yüksek derecelere çıkardığını, onları ilerlettiğini zanneder. Burası da, sâliklerin ayaklarının kaydığı yerdir. Böyle sanarak, kendini daha yüksek bilmekten, böylece sonsuz felakete düşmekten, Allahü teâlâya sığınırız. Büyük bir pâdişâh, şerefli bir sultan, emrindeki bir vâlîsine gider, vâlî yardımı ile, o vilâyetin güzel yerlerini gezer ve kıymetli yerleri görürse, buna şaşılır mı ve vâlî, sultandan daha yüksek sanılır mı? Olsa olsa, burada ufak birşeyde üstünlük düşünülebilir ki, hiç kıymeti yoktur. Çünki, her çöpcü ve işçi, kendi işinin inceliğinde, büyük bir âlimden ve başarılı bir fen adamından üstündür. Fakat, bu üstünlüğün kıymeti yoktur. Kıymetli olan üstünlük her bakımdan üstün olmaktır. Âlim ve fen adamı, bunun için yüksektir.

Bu fakire de, böyle yanılmak çok oldu. Yanlış görüşlere çok yakalandım. Bu hâller çok zaman sürdü. Fakat, Allahü teâlâ korudu. Önceki inancım hiç sarsılmadı. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri îtikatta hiç gevşeklik olmadı. Bunun için ve bütün nîmetleri için, Allahü teâlâya hamd ve şükrler olsun! Ehl-i sünnet îtikatına uymıyan görüşlere hiç kıymet vermedim. Bu îtikata uygun manâlar verdim. Kısaca, şöyle anladım ki, bu görüş doğru ise, ufak birşeyde üstün olmağı gösterir. Üstünlük Allahü teâlâya yakîn olmakla ölçülür. Bu yükselmenin çok olması da, kurbu, yakînliği gösterir. O hâlde, niçin üstünlük ufak birşeydedir diyerek küçültülsün? Bu süâl doğru ise de, önceki kuvvetli îman yanında, böyle görüş, bu kuruntu yerleşemedi, yok oldu. Hattâ, bunun yerine, tevbe, istigfâr ve Allahü teâlâya sığınarak, Ehl-i sünnet îtikatına uymıyan böyle keşflerin, görüşlerin hâsıl olmaması için yalvardım, düâ eyledim. Birgün, böyle yanlış keşfler için beni kıyâmette sorguya çekerlerse, azâb ederlerse diye çok korktum. Bu korku beni kapladı. Hiç rahatım kalmadı. Allahü teâlâya çok yalvardım. Bu sıkıntım çok zaman sürdü. Böyle bir zamanımda, bir Velînin kabri yanından geçiyordum. Bu üzüntümün çözülmesi için, o Velîden yardım diledim. O ânda, Allahü teâlânın lutfü, merhameti yetişti. İşin içyüzü, olduğu gibi açıklandı. Âlemlere rahmet olan, sonuncu yüce Peygamberin ruhaniyeti hazır oldu. Üzüntülü kalbi tesellî buyurdu. Anlaşıldı ki, Allahü teâlâya yakînlik, her bakımdan üstünlük ise de, sana hâsıl olan yakînlik, senin rabbin olan ism-i ilâhî mertebesinin zıllerinden bir zılle olan yakınlıktır. Bu yakınlık ise, her bakımdan üstünlüğü bildirmez. Bu makamın Âlem-i misâldeki görünüşünü açıkladılar ki, hiç şübhem kalmadı. Bütün kuruntular yok oldu. Böyle şübhelere yol açan ve iyi manâlar verilmesi lâzım olan, bu gibi bilgilerden birkaçını kitaplarımda ve mektûblarımda yazmıştım. Böyle bilgilerin yanlış olmasına yol açan yerleri, Allahü teâlâ lutf ederek bildirince, bunları da yazarak, yaymak istedim. Çünki, (YAYILMIŞ OLAN GÜNÂHIN TEVBESİNİ DE YAYMAK LÂZIMDIR!). Böylece, herkes, bu bilgilerden, islâmiyete uymıyan fikrlere saplanmasın. Bunlara saplanarak, doğru yoldan sapmasınlar. Yâhud da, inat ile ve gösteriş olarak, bu fakire sapık, câhil demeğe kalkışmasınlar. Çünki, bu hiç bilinmiyen yolda, böyle güller çok açılmıştır. Birçoklarını doğru yola çekmiş, kimisini de yoldan kaydırmıştır. Yüksek babamdan işitmiştim ki, (Dalâlet çukuruna düşen, doğru yoldan ayrılan, yetmişiki fırkanın çoğu, tesavvuf yoluna girip, yolun sonuna varmadan, yanlış görüşlere aldanarak sapıtmışlardır) buyurmuştu. Vesselâm.