İslâm terbiyesinde “medreseler” kadar “’tekkelerin” de mühim bir yeri vardır. Bilindiği gibi “medrese”, din ve dünya ilimlerinin öğretildiği İslâmî müesseselerdi. “Tekkeler” ise, Hicret’in ikinci asrında İslâm dünyasında görülmeye başladı. Bu müesseseler ise İslâm’dan kaynaklanan imanın ve bu imanla tutuşup yanan gönül ve muhabbet sahibi “erenlerin”, bir mürşidin terbiyesi altında, “ihlâs” ve “ahlâk”, makamlarını aşa aşa yüceldikleri fazilet yuvaları idi.
İslâm’da “sofi” sıfatı ile anılan ilk zât, Ebu Hâşim Sofi’dir. Ondan önce, İslâm dünyasında “zühd, verâ ve tevekkül sahibi” pek çok büyük gelip geçmişse de “sofi” ismini ilk taşıyan odur. Kendisi, Hicret’in ikinci asrının ilk yarısında yaşamıştır.
Aslen Kûfelidir. “Tasavvuf” kelimesinin kullanılması da bu zât ile başlar.
Ebu Hâşim Sofî, Süfyanı Sevrî Hazretleri ile çağdaştır. Süfyan onun hakkında buyurdu ki: “Eğer, Ebu Hâşim olmasa idi, ben İlâhî incelikleri öğrenemezdim. Onu görmeden önce de tasavvuf nedir bilmiyordum”, (Bkz. Halkadan Pırıltılar, Necip Fazıl Kısakürek, 1948, Sf: 1).
İslâm dünyasında “ilk dergâh”, yahut “İlk tekke”, Şam şehrinde Remle’de kuruldu. Kuruluş hikâyesi de şöyle: “Emirlerden biri, kırda ava çıkmıştı; Orada Ebu Hâşlm’i gördü. Aşk ve safa ehlinden bir kimse ile karşı karşıya… Birbirlerinin ellerinden tutmuşlar, birbirlerinin gözlerine dalmışlar, sımsıkı bir sevgi kemendi içinde söyleşiyorlar… Onlar, Emîr’in gözü önünde, yere çömelip neleri varsa yediler, sonra aynı bağlılık edasına bürülü, birbirlerinden ayrıldılar.
Bu hal, Emîr’in çok hoşuna gitti. Ebu Hâşim’ln yanına sokulup anlamak istedi.
-Biraz evvel, yanından ayrılan adam kimdi?
-Bilmiyorum.
-Buluşmanızdaki sebep?.,
-Hiç…
-Peki, o adam nereli?…
-Onu da bilmiyorum.
-Birbirinizle ülfet niçin öyleyse?
-Bu, bizim yolumuz, tarikatimizdir; böyle emrolunmuşuz.
Emîr, hayran, sordu:
-Sizin, içinde buluşup halleşecek, konuşacak bir mekânınız var mı?…
-Hayır!
-Size bir dam altı yaptırayım da orada toplanın.
Ve Emîr, böylece Şam’da Remle denilen yerde, ilk dergâhı bina ettirdi. İşte, gönül ve aşk ehlî için ilk yaptırılan dergâh ve işte ilk sofî… (Bkz. a.g.e. sf:1 -2). (Yine bakınız. İslâm Meşhurları Ansiklopedisi, Ahmet Faruk Meyan, C:1, sf: 232-233).
İslâmiyeti, sadece bir dış disiplinden ibaret sanan-bazı “yobazlar” ile “tasavvuf” kelimesinin ya Eski Yunan’dan, yahut Budizm’den İslâm’a bulaştığını vehmeden bazı gafiller, İslâm’da bir “İç disiplin müessesesi olan tekkeleri” ve onların Şanlı Peygamber’den kaynaklanan muhteşem ruhunu idrak edemezler, Bizzat yüce ve mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’de “mukarrabîn” (Allah’a yakın olan kimseler) olarak öğülen ve “Haberiniz olsun, Allah’ın velî (kul)ları için hiçbir korku yoktur. *’ Onlar, mahzun olacak değillerdir” (Bkz. Yûnus Sûresi, âyet: 62) diye sevgi ile anılan “tasavvuf erbabını” kim inkâr edebilir? Kim bunların İslâm’ın dışında bulunduğunu, imanını tehlikeye atmadan iddia edebilir? Tasavvuf, İslâm’ın tâ kendisidir.