İslamda İlk Dergahın Kuruluşu

Tarih: 2016-06-20 | Yazar : Seyyid Ahmed Arvasi | Kategori : Genel

     İslâm terbiyesinde “medreseler” kadar “’tekkelerin” de mühim bir yeri vardır. Bilindiği gibi “medrese”, din ve dünya ilimlerinin öğretildiği İslâmî müesseselerdi. “Tekkeler” ise, Hicret’in ikinci asrında İslâm dünyasında görülmeye başladı. Bu müesseseler ise İslâm’dan kaynaklanan imanın ve bu imanla tutuşup yanan gönül ve muhabbet sahibi “erenlerin”, bir mürşidin terbiyesi altında, “ihlâs” ve “ahlâk”, makamlarını aşa aşa yüceldikleri fazilet yuvaları idi.

     İslâm’da “sofi” sıfatı ile anılan ilk zât, Ebu Hâşim Sofi’dir. Ondan önce, İslâm dünyasında “zühd, verâ ve tevekkül sahibi” pek çok büyük gelip geçmişse de “sofi” ismini ilk taşıyan odur. Kendisi, Hicret’in ikinci asrının ilk yarısında yaşamıştır.

     Aslen Kûfelidir. “Tasavvuf” kelimesinin kullanılması da bu zât ile başlar.

     Ebu Hâşim Sofî, Süfyanı Sevrî Hazretleri ile çağdaştır. Süfyan onun hakkında buyurdu ki: “Eğer, Ebu Hâşim olmasa idi, ben İlâhî incelikleri öğrenemezdim. Onu görmeden önce de tasavvuf nedir bilmiyordum”, (Bkz. Halkadan Pırıltılar, Necip Fazıl Kısakürek, 1948, Sf: 1).

     İslâm dünyasında “ilk dergâh”, yahut “İlk tekke”, Şam şehrinde Remle’de kuruldu. Kuruluş hikâyesi de şöyle: “Emirlerden biri, kırda ava çıkmıştı; Orada Ebu Hâşlm’i gördü. Aşk ve safa ehlinden bir kimse ile karşı karşıya… Birbirlerinin ellerinden tutmuşlar, birbirlerinin gözlerine dalmışlar, sımsıkı bir sevgi kemendi içinde söyleşiyorlar… Onlar, Emîr’in gözü önünde, yere çömelip neleri varsa yediler, sonra aynı bağlılık edasına bürülü, birbirlerinden ayrıldılar.

     Bu hal, Emîr’in çok hoşuna gitti. Ebu Hâşim’ln yanına sokulup anlamak istedi.

-Biraz evvel, yanından ayrılan adam kimdi?

-Bilmiyorum.

-Buluşmanızdaki sebep?.,

-Hiç…

-Peki, o adam nereli?…

-Onu da bilmiyorum.

-Birbirinizle ülfet niçin öyleyse?

-Bu, bizim yolumuz, tarikatimizdir; böyle emrolunmuşuz.

Emîr, hayran, sordu:

-Sizin, içinde buluşup halleşecek, konuşacak bir mekânınız var mı?…

-Hayır!

-Size bir dam altı yaptırayım da orada toplanın.

Ve Emîr, böylece Şam’da Remle denilen yerde, ilk dergâhı bina ettirdi. İşte, gönül ve aşk ehlî için ilk yaptırılan dergâh ve işte ilk sofî… (Bkz. a.g.e. sf:1 -2). (Yine bakınız. İslâm Meşhurları Ansiklopedisi, Ahmet Faruk Meyan, C:1, sf: 232-233).

     İslâmiyeti, sadece bir dış disiplinden ibaret sanan-bazı “yobazlar” ile “tasavvuf” kelimesinin ya Eski Yunan’dan, yahut Budizm’den İslâm’a bulaştığını vehmeden bazı gafiller, İslâm’da bir “İç disiplin müessesesi olan tekkeleri” ve onların Şanlı Peygamber’den kaynaklanan muhteşem ruhunu idrak edemezler, Bizzat yüce ve mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’de “mukarrabîn” (Allah’a yakın olan kimseler) olarak öğülen ve “Haberiniz olsun, Allah’ın velî (kul)ları için hiçbir korku yoktur. *’ Onlar, mahzun olacak değillerdir” (Bkz. Yûnus Sûresi, âyet: 62) diye sevgi ile anılan “tasavvuf erbabını” kim inkâr edebilir? Kim bunların İslâm’ın dışında bulunduğunu, imanını tehlikeye atmadan iddia edebilir? Tasavvuf, İslâm’ın tâ kendisidir.




Etiketler: Arvas,Arvasi,Seyyid


Yazarın (Seyyid Ahmed Arvasi) Diğer Yazıları

  • İslâm terbiyesinde “medreseler” kadar “’tekkelerin” de mühim bir yeri vardır

  • “Şeriat”, müminleri, dıştan, “tarikat” İçten “disipline ederdi”. Bu sebepten “medrese” ile “tekke ve dergâhlar” arasında bir “çatışma” değil, işbirliği esastı. 

  • "Türk milleti, yeni ihtida etmiş bir millet değildir. O en az bin yıldan beri İslâm ile müşerref olmuştur.

  • Tasavvuf ve Terbiye

    2016-02-22

    İslâm’da “sofî” kelimesinin menşei etrafında mühim tartışmalar cereyan etmiştir. Bizi, bu tartışmalar pek fazla ilgilendirmemektedir

  • İki Kavram

    2016-02-17

    İslâm’ın iki mukaddes kavramı… “Şeriat” ve “Tasavvuf… “

  • İslâm'da din, itibari, milli, mahalli veya beynelmilel bir değer değildir. İslâm, bütün zaman ve mekânların dini olarak âlemşümuldur. 

  • Hür İnsan

    2014-02-18

    Sayılarda anlaşmak kolaydır da, kelimelerde ve kavramlarda anlaşmak zordur. Bu sebepten ilim adamları, matematiği yalnız bir ilim olarak değil, "metodoloji" olarak da ele almışlardır.  

  • "Düşünen insana" saygı duyulur. "Şartlanmış insan" saygıya değer bulunmaz. Düşünen insan araştıran, "hakikate" özlem duyan kimsedir. 

  • Bundan 40 sene önce idi.Ailece Erzurum'da oturuyorduk.Ben,ortaokul son sınıfta idim.Evimiz misafirsiz kalmazdı.Akraba, eş ve dostumuz az değildi.

  • “Seni çok özledik. Galiba, derin yaralarından kan sızarak şehadet şerbetini içmeye yaklaşan bir mücahidin, bir yudum serin suya iştiyakından daha fazla bir özlem içindeyiz. 

  • Biz, genç okuyucularımıza, Batılı düşüncenin esaslarını kısaca anlatacağız. "Vahyin aydınlığından" kaçarak kendi "idrakini" gerçeğin mihengi sanan, Nietzsche' (Niçe) nin "trajik adamı", yani bir bakıma Batılı filozof, saçlarını ve sakalını yolarak düşünüyor: Acaba bilginin kaynağı objeler (esya) mi, yoksa "insan zihni" mi? İşte, her rengi ile Batı filozofisinin dimağını eriten, çatışmalara sebep olan, koskoca "felsefe tarihini" meydana getiren "temel soru" bu olmuştur. Evet bilginin kaynağı, "objet" mi, yoksa "sujet" mi? Varlığın mahiyeti nedir?

  • Fikir Sistemi

    2013-04-18

    Ülkemizde, nasıl meydana geldiği ayrı bir tartışma konusu olan "kavram kargaşalığı" belası yüzünden, gerçekten anlaşmak zorlaşmıştır. Sistem, doktrin, program, plan, strateji.. gibi kavramlar içiçe girmiş, çok defa birbirlerinin yerine kullanılır duruma getirilerek zihinler karıştırılmıştır. Oysa, bunlar farklı şeylerdir.

  • Âlem, bir «Kitab-ı Ekber» (en büyük kitabı) dir. Yer ve gökler, bu kitabın sahifeleri, maddî, hayatî ve ruhî tezahürleri ile bütün varlık ve olaylar ise, bu kitaba yazılmış «mesajları» yahut Kur'an-ı Kerim'in ifadesi ile «âyetleri» ifade ederler. Bu büyük kitabın muhatabı da «düşünen insan»dır. Düşünen insanın rehberi de akla yol gösteren ve onu vahyin aydınlığında yürüten «Kitabullah» tır

  • Madde, hayat ve ruh, itibarî (relatif) varlıklardır, Mutlak Varlık ise sadece Allah...İtibarî ve izafî varlıklar, yokolan varlıklar demek değildir. Varlıklarını Mutlak Varlığa borçludurlar. O'nunla vardırlar, O'nunla varlıkta durmaktadırlar

  • Kur'ân-ı Kerîm'in muhatabı, herhangi bir kavim, zümre ve sınıf değildir. O, bütün âlemlere ve bütün insanlara hitap eder. Yüce Kitabımız'da sıksık« Ya! Ben-i Âdeme.» (Ey! Adem-oğulları) ve «Ya! Eyyühennasü» (Ey! İnsanlar) hitabına rastlarız...

  • Felsefe» ayrı şeydir. «Din» ayrı şeydir. Bunlar arasında fark bulamayanlar, ya cahildir, yahut ard niyetli...

  • İnsanlardan gayrı varlıklar, sanki bilmekten çok bilinmek için yaratılmışlardır. Onlar. insan gibi bilmenin çilesini yaşamıyorlar.

  • İnsanlığın içinde bulunduğu “ahvalı” düşündüm de Şanlı Peygamberimi ve 0’nun aziz kadrosunu özledim. Şu anda, hepimiz, o’na ne kadar muhtacız!

  • Bir milletin hayatında "aydınların" çok önemli bir yeri vardır. Bir millet, sayıca ne kadar çok, kültürce ne kadar zengin olursa olsun, kendine öncülük edecek "aydın kadrolara" muhtaçtır.

  • İslâm dini, kendinden önce gelen bütün peygamberleri tasdik eder ve hepsini saygı ile anar.Bununla beraber, Bu yüce peygamberlere ait tebliğlerin bozulduğuna ve artık işe yaramaz duruma getirildiğine inanır.

  • İslam'da Tasavvuf

    2012-12-28

    İslâm'da tasavuf, ne Budizmin «Nirvanasına», ne Hıristiyanların «mistisizmine», ne Yahudi'nin «kabalizmine», ne Auguste Comte'un «insanlık dinine», ne de Spinoza'nın «panteizmine» benzer. Böyle bir benzerlik arayanlar, ya cahil olmalı, yahut ard niyetli...