Ölümümün Beşinci Yılında Necip Fazıl Bey

Tarih: 2013-05-27 | Yazar : Seyyid Ahmed Arvasi | Kategori : Genel

Bundan 40 sene önce idi.Ailece Erzurum'da oturuyorduk.Ben,ortaokul son sınıfta idim.Evimiz misafirsiz kalmazdı.Akraba, eş ve dostumuz az değildi.

Bir gün evimize, enteresan bir misafir geldi.Bu piyade albayı Hilmi Acar isminde bir zâttı.Babamla tanışıyorlarmış, kucaklaştılar ve misafir odasına girdiler. Ben de arkalarından gittim. Evimizde ilk defa “resmî kıyafetli” bir albay misafir oluyordu. Üstelik dindardı. Nitekim oturur oturmaz, şapkasını çıkarıp sehpaya attı, başına “takkesini” geçirdi. Ben, o and, dünyanın en olağanüstü bir olayı ile karşılaşmış gibi şaşkınım ve “Misafir albayı” hayranlıkla seyrediyorum
“Misafir Albay”, bir ara benimle de ilgilendi. Nerede okuduğumu, hangi kitap, dergi ve gazeteleri takip ettiğimi sordu.Bir şeyler anlattım. “Misafir Albay” okuduklarımı kâafi bulmadı, hatta bazılarına “zararlı” dedi.Sonra cebinden iki adet 25 kuruşluk çıkardı ve şöyle konuştu: “Hemen şimdi şu gazete bayiine gideceksin verdiğim elli kuruşla bir adet ‘Büyük Doğu’ bir adette ‘Ehli Sünnet’ dergisi alıp döneceksin”. Başüstüne deyip gittim istediği dergileri aldım. Bunun üzerine “Müsafir Albay”, “bunları sana hediye ediyorum bundan sonra her hafata kendin alırsın” dedi. Gerçekten de dediği gibi oldu bu iki dergiyi yayınlandıkları sürece hiç bırakmadım, daha doğrusu bırakamadım. Üstad Necip Fazıl Kısakürek ve Abdurrahim Zapsu Beylerle ilk defa böyle tanıştım. Yazılarından ve yayınlarından çok istifade ettim. Sonradan, Üstad ile karşılıklı sohbet nasip oldu. Ne şeref?

Evet, Necip Fazıl Bey, şiirleriyle, tiyatrolarıyla, hikâyeleriyle, yazılarıyla, beni, kendi atmosferi içinde âdeta eritti. Ona çok şey borçluyum. Vefatına yakın günlerdi. Ağır şeker hastası idi. Gözleri görmüyordu. Yazılarını pertavsızla yazmaya çalışıyordu. Sessizce yanına sokuldum. Sağ elini yakaladım ve öptüm. Sonra kendimi tanıttım çok müteessir oldu ve şöyle konuştu: "Niçin beni üzdün Ahmet? Bilirsin ki, biz, sizin çocuklarınıza bile el öptürmeyiz!...".
O anda Üstad’ın gençlik yıllarını özetleyen “Saatim çalışmış ben durmuşum / Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum” beyti geldi. Sonra, Yüce Yaradanımız’ın Necip Fazıl Beyi, nerelerden alıp nerelere kadar yücelttiğini ve ne tehlikeli zeminlerden kurtarıp ne yüce ellere teslim ettiğini âdeta görür gibi oldum.

Necip Fazıl Bey’in vefatından sonra, Yeni Düşünce Dergisi’nde Osman Yüksel Serdengeçti Ağabey ile karşılaştık. Büyük bir hüzün ve ıstırap içinde birbirimize sarıldık ve ağlaştık. Üstad Necip Fazıl Beyin vefatı, bizim için gerçekten çok büyük bir kayıp idi. Sevgili Osman Yüksel Serdengeçti bizleri şöyle teselli ediyordu: “Bazıları Necip Fazıl büyük bir boşluk bıraktı diyorlar. Yanılıyorlar.Üstâd bize koskoca bir kitaplık (sanırım 101 veya 111 cilt) bıraktı!... Şimdi bize ve gençliğe düşen iş, bu eserleri dikkatle e tekrar tekrar okuyarak kendimizi yetiştirmek ve Üstâd’ın davasına vâris olduğumuzu ispat etmektir”…
Evet, Parkinson hastalığından muzdarip olan Serdengeçti Ağabeyimizi titreye titreye bu sözleri söylerken ağlıyordu. Nitekim çok geçmeden o da vefat etti. Üstadımıza ve O’na binlerce rahmet… Nur içinde yatsınlar!..

1988 TÜRKİYE GAZETESİ


 




Etiketler: Seyyid Ahmet Arvasi, Necip Fazıl Kısakürek


Yazarın (Seyyid Ahmed Arvasi) Diğer Yazıları

  • İslâm terbiyesinde “medreseler” kadar “’tekkelerin” de mühim bir yeri vardır

  • “Şeriat”, müminleri, dıştan, “tarikat” İçten “disipline ederdi”. Bu sebepten “medrese” ile “tekke ve dergâhlar” arasında bir “çatışma” değil, işbirliği esastı. 

  • "Türk milleti, yeni ihtida etmiş bir millet değildir. O en az bin yıldan beri İslâm ile müşerref olmuştur.

  • Tasavvuf ve Terbiye

    2016-02-22

    İslâm’da “sofî” kelimesinin menşei etrafında mühim tartışmalar cereyan etmiştir. Bizi, bu tartışmalar pek fazla ilgilendirmemektedir

  • İki Kavram

    2016-02-17

    İslâm’ın iki mukaddes kavramı… “Şeriat” ve “Tasavvuf… “

  • İslâm'da din, itibari, milli, mahalli veya beynelmilel bir değer değildir. İslâm, bütün zaman ve mekânların dini olarak âlemşümuldur. 

  • Hür İnsan

    2014-02-18

    Sayılarda anlaşmak kolaydır da, kelimelerde ve kavramlarda anlaşmak zordur. Bu sebepten ilim adamları, matematiği yalnız bir ilim olarak değil, "metodoloji" olarak da ele almışlardır.  

  • "Düşünen insana" saygı duyulur. "Şartlanmış insan" saygıya değer bulunmaz. Düşünen insan araştıran, "hakikate" özlem duyan kimsedir. 

  • Bundan 40 sene önce idi.Ailece Erzurum'da oturuyorduk.Ben,ortaokul son sınıfta idim.Evimiz misafirsiz kalmazdı.Akraba, eş ve dostumuz az değildi.

  • “Seni çok özledik. Galiba, derin yaralarından kan sızarak şehadet şerbetini içmeye yaklaşan bir mücahidin, bir yudum serin suya iştiyakından daha fazla bir özlem içindeyiz. 

  • Biz, genç okuyucularımıza, Batılı düşüncenin esaslarını kısaca anlatacağız. "Vahyin aydınlığından" kaçarak kendi "idrakini" gerçeğin mihengi sanan, Nietzsche' (Niçe) nin "trajik adamı", yani bir bakıma Batılı filozof, saçlarını ve sakalını yolarak düşünüyor: Acaba bilginin kaynağı objeler (esya) mi, yoksa "insan zihni" mi? İşte, her rengi ile Batı filozofisinin dimağını eriten, çatışmalara sebep olan, koskoca "felsefe tarihini" meydana getiren "temel soru" bu olmuştur. Evet bilginin kaynağı, "objet" mi, yoksa "sujet" mi? Varlığın mahiyeti nedir?

  • Fikir Sistemi

    2013-04-18

    Ülkemizde, nasıl meydana geldiği ayrı bir tartışma konusu olan "kavram kargaşalığı" belası yüzünden, gerçekten anlaşmak zorlaşmıştır. Sistem, doktrin, program, plan, strateji.. gibi kavramlar içiçe girmiş, çok defa birbirlerinin yerine kullanılır duruma getirilerek zihinler karıştırılmıştır. Oysa, bunlar farklı şeylerdir.

  • Âlem, bir «Kitab-ı Ekber» (en büyük kitabı) dir. Yer ve gökler, bu kitabın sahifeleri, maddî, hayatî ve ruhî tezahürleri ile bütün varlık ve olaylar ise, bu kitaba yazılmış «mesajları» yahut Kur'an-ı Kerim'in ifadesi ile «âyetleri» ifade ederler. Bu büyük kitabın muhatabı da «düşünen insan»dır. Düşünen insanın rehberi de akla yol gösteren ve onu vahyin aydınlığında yürüten «Kitabullah» tır

  • Madde, hayat ve ruh, itibarî (relatif) varlıklardır, Mutlak Varlık ise sadece Allah...İtibarî ve izafî varlıklar, yokolan varlıklar demek değildir. Varlıklarını Mutlak Varlığa borçludurlar. O'nunla vardırlar, O'nunla varlıkta durmaktadırlar

  • Kur'ân-ı Kerîm'in muhatabı, herhangi bir kavim, zümre ve sınıf değildir. O, bütün âlemlere ve bütün insanlara hitap eder. Yüce Kitabımız'da sıksık« Ya! Ben-i Âdeme.» (Ey! Adem-oğulları) ve «Ya! Eyyühennasü» (Ey! İnsanlar) hitabına rastlarız...

  • Felsefe» ayrı şeydir. «Din» ayrı şeydir. Bunlar arasında fark bulamayanlar, ya cahildir, yahut ard niyetli...

  • İnsanlardan gayrı varlıklar, sanki bilmekten çok bilinmek için yaratılmışlardır. Onlar. insan gibi bilmenin çilesini yaşamıyorlar.

  • İnsanlığın içinde bulunduğu “ahvalı” düşündüm de Şanlı Peygamberimi ve 0’nun aziz kadrosunu özledim. Şu anda, hepimiz, o’na ne kadar muhtacız!

  • Bir milletin hayatında "aydınların" çok önemli bir yeri vardır. Bir millet, sayıca ne kadar çok, kültürce ne kadar zengin olursa olsun, kendine öncülük edecek "aydın kadrolara" muhtaçtır.

  • İslâm dini, kendinden önce gelen bütün peygamberleri tasdik eder ve hepsini saygı ile anar.Bununla beraber, Bu yüce peygamberlere ait tebliğlerin bozulduğuna ve artık işe yaramaz duruma getirildiğine inanır.

  • İslam'da Tasavvuf

    2012-12-28

    İslâm'da tasavuf, ne Budizmin «Nirvanasına», ne Hıristiyanların «mistisizmine», ne Yahudi'nin «kabalizmine», ne Auguste Comte'un «insanlık dinine», ne de Spinoza'nın «panteizmine» benzer. Böyle bir benzerlik arayanlar, ya cahil olmalı, yahut ard niyetli...