Bundan 40 sene önce idi.Ailece Erzurum'da oturuyorduk.Ben,ortaokul son sınıfta idim.Evimiz misafirsiz kalmazdı.Akraba, eş ve dostumuz az değildi.
Bir gün evimize, enteresan bir misafir geldi.Bu piyade albayı Hilmi Acar isminde bir zâttı.Babamla tanışıyorlarmış, kucaklaştılar ve misafir odasına girdiler. Ben de arkalarından gittim. Evimizde ilk defa “resmî kıyafetli” bir albay misafir oluyordu. Üstelik dindardı. Nitekim oturur oturmaz, şapkasını çıkarıp sehpaya attı, başına “takkesini” geçirdi. Ben, o and, dünyanın en olağanüstü bir olayı ile karşılaşmış gibi şaşkınım ve “Misafir albayı” hayranlıkla seyrediyorum
“Misafir Albay”, bir ara benimle de ilgilendi. Nerede okuduğumu, hangi kitap, dergi ve gazeteleri takip ettiğimi sordu.Bir şeyler anlattım. “Misafir Albay” okuduklarımı kâafi bulmadı, hatta bazılarına “zararlı” dedi.Sonra cebinden iki adet 25 kuruşluk çıkardı ve şöyle konuştu: “Hemen şimdi şu gazete bayiine gideceksin verdiğim elli kuruşla bir adet ‘Büyük Doğu’ bir adette ‘Ehli Sünnet’ dergisi alıp döneceksin”. Başüstüne deyip gittim istediği dergileri aldım. Bunun üzerine “Müsafir Albay”, “bunları sana hediye ediyorum bundan sonra her hafata kendin alırsın” dedi. Gerçekten de dediği gibi oldu bu iki dergiyi yayınlandıkları sürece hiç bırakmadım, daha doğrusu bırakamadım. Üstad Necip Fazıl Kısakürek ve Abdurrahim Zapsu Beylerle ilk defa böyle tanıştım. Yazılarından ve yayınlarından çok istifade ettim. Sonradan, Üstad ile karşılıklı sohbet nasip oldu. Ne şeref?
Evet, Necip Fazıl Bey, şiirleriyle, tiyatrolarıyla, hikâyeleriyle, yazılarıyla, beni, kendi atmosferi içinde âdeta eritti. Ona çok şey borçluyum. Vefatına yakın günlerdi. Ağır şeker hastası idi. Gözleri görmüyordu. Yazılarını pertavsızla yazmaya çalışıyordu. Sessizce yanına sokuldum. Sağ elini yakaladım ve öptüm. Sonra kendimi tanıttım çok müteessir oldu ve şöyle konuştu: "Niçin beni üzdün Ahmet? Bilirsin ki, biz, sizin çocuklarınıza bile el öptürmeyiz!...".
O anda Üstad’ın gençlik yıllarını özetleyen “Saatim çalışmış ben durmuşum / Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum” beyti geldi. Sonra, Yüce Yaradanımız’ın Necip Fazıl Beyi, nerelerden alıp nerelere kadar yücelttiğini ve ne tehlikeli zeminlerden kurtarıp ne yüce ellere teslim ettiğini âdeta görür gibi oldum.
Necip Fazıl Bey’in vefatından sonra, Yeni Düşünce Dergisi’nde Osman Yüksel Serdengeçti Ağabey ile karşılaştık. Büyük bir hüzün ve ıstırap içinde birbirimize sarıldık ve ağlaştık. Üstad Necip Fazıl Beyin vefatı, bizim için gerçekten çok büyük bir kayıp idi. Sevgili Osman Yüksel Serdengeçti bizleri şöyle teselli ediyordu: “Bazıları Necip Fazıl büyük bir boşluk bıraktı diyorlar. Yanılıyorlar.Üstâd bize koskoca bir kitaplık (sanırım 101 veya 111 cilt) bıraktı!... Şimdi bize ve gençliğe düşen iş, bu eserleri dikkatle e tekrar tekrar okuyarak kendimizi yetiştirmek ve Üstâd’ın davasına vâris olduğumuzu ispat etmektir”…
Evet, Parkinson hastalığından muzdarip olan Serdengeçti Ağabeyimizi titreye titreye bu sözleri söylerken ağlıyordu. Nitekim çok geçmeden o da vefat etti. Üstadımıza ve O’na binlerce rahmet… Nur içinde yatsınlar!..
1988 TÜRKİYE GAZETESİ