Peygamberler, Filozof Değildir

Tarih: 2013-02-04 | Yazar : Seyyid Ahmed Arvasi | Kategori : Genel

«Felsefe» ayrı şeydir. «Din» ayrı şeydir. Bunlar arasında fark bulamayanlar, ya cahildir, yahut ard niyetli... 

«Akıl» ile «Vahiy» arasındaki farkı kabul etmeyenlere «filozof» ile «peygamber» arasındaki farkı kabul ettiremezsiniz. Bütün idrakini, beş duyunun sınırları içinde «tutsak» eden ve kendini aşma cehdini duymayan bir akıl, «renkleri idrak edemeyen bir kör» gibidir, ona boşuna «sezgiden, ilhamdan, vahiyden» söz etmeyin. Unutmayınız, «peygamberlere iman etmeyen kimse» mümin değildir. İslâmın «basiretinden» mahrumdur. Oysa, filozof ile peygamber arasındaki fark, inkâr edilemez.

Peygamber «din» kurucusu, filozof «sistem» sahibidir. Din, vicdanı «iman» ile, aklı tefekkürle. cemiyeti getirdiği «norm»larla besleyen ve kavrayan bir ilâhî nizam» dır. Felsefe ise, vicdanları etkilemeye, cemiyete «norm» getiremeyen, sadece aklı, bir «sistem içinde» düşünmeye götüren bir zihin çabasıdır.

Filozof, varlığın mahiyeti, bilginin doğuşu ve kaynağı, hareket ve iradenin sebebi üzerinde belli metodlar ve kanunlar içinde düşünür. Varlıkları ve oluşları, beş duyunun verileri ile yorumlar, kendini tatmine çalışır. Gücüne göre, az veya çok «bir entellektüel zümreyi» de peşinden sürükleyebilen filozoflar da vardır. Filozofun «sistemi», kendi düşüncesi ile varlık, bilgi ve irade konusunda geliştirebildiği ve kurabildiği bir sentezi ifade eder.

Filozofun geliştirdiği bu sistem, «şüphe» ile kurulmuştur; aklın tereddütleri törpülene törpülene gelinen nokta, filozofun «idrakinin sınırı»dır. Bu, bir bakıma aklın sustuğu, fakat «sonsuzluğa» hasret duyan insan şuurunun tedirgin olduğu noktadır.

Filozofun, determinizme ve objektivizme bağlı «buz gibi» bir akıl ile gelebildiği nokta, belki organizmamıza yeter, fakat ruh ve vicdanımız, «şuurumuzu» sonsuzluğun, tükenmezliğin, «mutlak hakikatin» ateşi ile tutuşturur. Âleme, «buz gibi bir bakış» ile değil «şefkat, merhamet ve aşk» ile yönelen bir «göz ve gönül» arar. Peygamberlerin ve velîlerin ellerindeki sıcaklığı, filozofun «soğuk» ellerinde bulamazsınız. İnsanlık bu sebepten peygamberleri daima, folozoflara tercih etmiş ve onların etrafında toplanıp kenetlenmiş, onları canlarından aziz bilmiştir.

Peygamberler, akla değer verir, düşünmeyi ibadet sayar, fakat insan aklının ve idrakinin sınırlı bir güce sahip olduğunu da bilirler. Beş duyumuzun, olayların ve varlıkların kabuğunda dolaştığını, ulaşabildiği bilgilerin itibarî olduğunu, vicdanı şüpheden kurtarıp «imana» götüremediğini, bu sebepten aklı aşan bir bilgi yoluna, «vahye» muhtaç bulunduklarını, kendilerine doğuştan verilen çok yüce bir idrak gücü ile kavramışlardır.

Filozoflar, aklın ve şüphenin doğurduğu girdapta bunalırken, peygamberler iman ve aşkın huzuru içindedirler. Filozof, kendine ulaşan verilere acaba «eşyadan mı, yoksa zihinden mi geliyor?» diye şüphe ile yönelirken, peygamber, ister eşyadan, ister tabiattan, ister canlıdan, ister cansızdan gelsin, her varlığı ve veriyi «ilâhî bir mesaj» olarak okur. Filozof «kesrette» bunalır, peygamber «tevhidde» mutlu olur. Filozofun idraki determinizmin dişlileri arasında ufalanırken, peygamber «sünnetüllahı» hayranlıkla seyreder.

Kültür ve medeniyette filozofların etki ve rolünü küçümsemek istemiyoruz. Ancak kültür ve medeniyetlerin doğuş ve kuruluşlarında peygamberlerin» rolünü ve değerini küçümsemeye kalkışanları uyandırmak istiyoruz. Tarihi inceleyiniz, kültür ve medeniyetlere, hiçbir filozof, peygamberlerin getirdiği ruh ve heyecanı getirmemiştir. Beşer tarihinin en önemli simaları daima peygamberler, en çok okunan kitapları ise «mukaddes kitaplar» olmuştur. Kültür ve medeniyetler, «mukaddes kitapların» ışığında kurulup gelişti. Tarihte, asla «lâik» bir medeniyete tesadüf edemezsiniz. 




Etiketler: Seyyid Ahmed Arvasi, Felsefe


Yazarın (Seyyid Ahmed Arvasi) Diğer Yazıları

  • İslâm terbiyesinde “medreseler” kadar “’tekkelerin” de mühim bir yeri vardır

  • “Şeriat”, müminleri, dıştan, “tarikat” İçten “disipline ederdi”. Bu sebepten “medrese” ile “tekke ve dergâhlar” arasında bir “çatışma” değil, işbirliği esastı. 

  • "Türk milleti, yeni ihtida etmiş bir millet değildir. O en az bin yıldan beri İslâm ile müşerref olmuştur.

  • Tasavvuf ve Terbiye

    2016-02-22

    İslâm’da “sofî” kelimesinin menşei etrafında mühim tartışmalar cereyan etmiştir. Bizi, bu tartışmalar pek fazla ilgilendirmemektedir

  • İki Kavram

    2016-02-17

    İslâm’ın iki mukaddes kavramı… “Şeriat” ve “Tasavvuf… “

  • İslâm'da din, itibari, milli, mahalli veya beynelmilel bir değer değildir. İslâm, bütün zaman ve mekânların dini olarak âlemşümuldur. 

  • Hür İnsan

    2014-02-18

    Sayılarda anlaşmak kolaydır da, kelimelerde ve kavramlarda anlaşmak zordur. Bu sebepten ilim adamları, matematiği yalnız bir ilim olarak değil, "metodoloji" olarak da ele almışlardır.  

  • "Düşünen insana" saygı duyulur. "Şartlanmış insan" saygıya değer bulunmaz. Düşünen insan araştıran, "hakikate" özlem duyan kimsedir. 

  • Bundan 40 sene önce idi.Ailece Erzurum'da oturuyorduk.Ben,ortaokul son sınıfta idim.Evimiz misafirsiz kalmazdı.Akraba, eş ve dostumuz az değildi.

  • “Seni çok özledik. Galiba, derin yaralarından kan sızarak şehadet şerbetini içmeye yaklaşan bir mücahidin, bir yudum serin suya iştiyakından daha fazla bir özlem içindeyiz. 

  • Biz, genç okuyucularımıza, Batılı düşüncenin esaslarını kısaca anlatacağız. "Vahyin aydınlığından" kaçarak kendi "idrakini" gerçeğin mihengi sanan, Nietzsche' (Niçe) nin "trajik adamı", yani bir bakıma Batılı filozof, saçlarını ve sakalını yolarak düşünüyor: Acaba bilginin kaynağı objeler (esya) mi, yoksa "insan zihni" mi? İşte, her rengi ile Batı filozofisinin dimağını eriten, çatışmalara sebep olan, koskoca "felsefe tarihini" meydana getiren "temel soru" bu olmuştur. Evet bilginin kaynağı, "objet" mi, yoksa "sujet" mi? Varlığın mahiyeti nedir?

  • Fikir Sistemi

    2013-04-18

    Ülkemizde, nasıl meydana geldiği ayrı bir tartışma konusu olan "kavram kargaşalığı" belası yüzünden, gerçekten anlaşmak zorlaşmıştır. Sistem, doktrin, program, plan, strateji.. gibi kavramlar içiçe girmiş, çok defa birbirlerinin yerine kullanılır duruma getirilerek zihinler karıştırılmıştır. Oysa, bunlar farklı şeylerdir.

  • Âlem, bir «Kitab-ı Ekber» (en büyük kitabı) dir. Yer ve gökler, bu kitabın sahifeleri, maddî, hayatî ve ruhî tezahürleri ile bütün varlık ve olaylar ise, bu kitaba yazılmış «mesajları» yahut Kur'an-ı Kerim'in ifadesi ile «âyetleri» ifade ederler. Bu büyük kitabın muhatabı da «düşünen insan»dır. Düşünen insanın rehberi de akla yol gösteren ve onu vahyin aydınlığında yürüten «Kitabullah» tır

  • Madde, hayat ve ruh, itibarî (relatif) varlıklardır, Mutlak Varlık ise sadece Allah...İtibarî ve izafî varlıklar, yokolan varlıklar demek değildir. Varlıklarını Mutlak Varlığa borçludurlar. O'nunla vardırlar, O'nunla varlıkta durmaktadırlar

  • Kur'ân-ı Kerîm'in muhatabı, herhangi bir kavim, zümre ve sınıf değildir. O, bütün âlemlere ve bütün insanlara hitap eder. Yüce Kitabımız'da sıksık« Ya! Ben-i Âdeme.» (Ey! Adem-oğulları) ve «Ya! Eyyühennasü» (Ey! İnsanlar) hitabına rastlarız...

  • Felsefe» ayrı şeydir. «Din» ayrı şeydir. Bunlar arasında fark bulamayanlar, ya cahildir, yahut ard niyetli...

  • İnsanlardan gayrı varlıklar, sanki bilmekten çok bilinmek için yaratılmışlardır. Onlar. insan gibi bilmenin çilesini yaşamıyorlar.

  • İnsanlığın içinde bulunduğu “ahvalı” düşündüm de Şanlı Peygamberimi ve 0’nun aziz kadrosunu özledim. Şu anda, hepimiz, o’na ne kadar muhtacız!

  • Bir milletin hayatında "aydınların" çok önemli bir yeri vardır. Bir millet, sayıca ne kadar çok, kültürce ne kadar zengin olursa olsun, kendine öncülük edecek "aydın kadrolara" muhtaçtır.

  • İslâm dini, kendinden önce gelen bütün peygamberleri tasdik eder ve hepsini saygı ile anar.Bununla beraber, Bu yüce peygamberlere ait tebliğlerin bozulduğuna ve artık işe yaramaz duruma getirildiğine inanır.

  • İslam'da Tasavvuf

    2012-12-28

    İslâm'da tasavuf, ne Budizmin «Nirvanasına», ne Hıristiyanların «mistisizmine», ne Yahudi'nin «kabalizmine», ne Auguste Comte'un «insanlık dinine», ne de Spinoza'nın «panteizmine» benzer. Böyle bir benzerlik arayanlar, ya cahil olmalı, yahut ard niyetli...