3)- Oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurarak sahibine aczini zaifliğini, fakirliğini ve her nefes Allah’ın vereceği kuvvet ve kudrete ne kadar muhtaç olduğunu gösterir. ‘’Kul’’ olduğunu bildirir.
Sıhhat ve afiyetin, tokluk ve kuvvetin verdiği cesaretle insanlar aşırı gurur ve gaflete düşerler.
‘’Biz yapıyoruz, biz ediyoruz, biz yaratıyoruz, bu mülk bizimdir’’ diyecek kadar cehalet ve gaflete düşüp mahiyetindeki hadsiz aczi, nihayetsiz fakrı, gayet derecedeki kusurunu göremez ve görmek istemez.
Hem ne kadar zaif ve zevala maruz ve musibetlere hedef bulunduğunu ve çabuk bozulur, dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez… Adeta polattan bir vücudu var gibi, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi kendini ebedi tahayyül edercesine dünyaya sarılır.
Aşırı bir hırs, bir istek ile ve şiddetli alaka ve muhabbetle dünyaya atılır. Hem kendini büyük bir şefkatle terbiye eden yaradanını unutur. Hem yaradılış gayesi ve ebedi hayatını düşünmez, kötü ahlak ve kötü davranışlar içinde yuvarlanır.
Halbuki oruç tutan bir Müslüman, bir gün yemeyip, içmemekle bile ne derece aciz ve muhtaç olduğunu idrak edecektir.
Oruçlu Müslüman açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor. Midesindeki ihtiyacını anlıyor.
Zaif vücudu ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Akşama doğru bilhassa uzun ve sıcak günlerde rengi sararıp, dudakları kurumaya, belinden derman biraz olsun kesilmeye başlayınca, ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu fark eder.
Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemal-ı acz ve fakr ile Allah’ın yüce dergahına ilticaya bir arzu hisseder. Devam edecek
Oruç sayesinde nihayetsiz derecedeki acizliğini ve fakirliğini anlayan nefis, böylece geçmişteki günahlarına, gururlarına tövbe eder. .. Bir manevi şükür eliyle rahmet kapısını çalmaya başlar…
Yaratanı tanımak istemeyen ve firavun gibi kendini bir şey zanneden nefis, çeşitli işkence ve azaplara maruz kaldığı halde bu damarı kırılmamış, ancak açlıkla bu damarı kırılmıştır.
Hatta rivayetlerde bu gerçek, şöyle bir misal ile açıklanmıştır:
Rabbimiz nefsi yarattıktan sonra ona hitap buyurmuş.
-Sen kimsin, ben kimim?
Nefis hiç tenezzül etmeden cevap vermiş:
-Sen sensin, ben de benim. Aramızda ne fark var sanki?
Rabbimiz nefse çeşitli azaplar yapmış, cehenneme atmış, sonra kendine gelmiş olması gerektiği için yine sormuş:
-Sen kimsin, ben kimim?
Hayret nefsin teslim olacağı yoktur. Aynı insan ve tuğyan içinde cevap veriyor:
-Sen sensin, ben de benim. Aramızda ne fark var sanki?
Rabbimiz bu defa nefse açlık vermiş bir müddet aç, susuz bırakmış
Mahrumiyeti tadan nefse yine hitap etmiş;
-Sen kimsin, ben kimim?
Firavunlar gibi tenezzülsüz ve mağrur olan nefis bu defa, yelkenleri yere indirmiş, sakin ve titrek sesle cevap vermiş.
-Sen benim Yaratıcımsın, ben ise senin aciz, zayıf bir mahlukunum. Sen yaratmasan ben olamazdım. Sen yardım etmesen ben yaşayamazdım…
Devam edecek