Müslüman, şimdiye kadar bir nebze izah etmeye çalıştığımız CAMİ kelimesi’nin ihtiva ettiği bu manaları anladığı, hayata geçirdiği ve hayatını buna göre yönlendirdiği zaman CAMİ RUH VE ŞUURU’na ermiş olacaktır.
Günde beş defa inananları namaz’a ve kurtuluşa çağıran EZAN’ı mezarda ölüler, gökte melekler kulak kesilmiş, köpeklerin dışında canlılar susmuş da biz kılımızı kıpırdatmasak kendi kendimize sormalıyız. ‘’Biz neyiz? Bu ses neyin nesi? Bizde Cami ruh şuuru’nun varmı bir hissesi?’’
CAMİ RUH VE ŞUURU , sadece Camiye gidip cemaatle namaz kılmak değildir. Eğer cemaate gitmişsek bu çok güzel bir şeydir, amma sadece bununla görevimiz bitmiş değildir elbette… Asıl görevimiz yeni başlıyor demektir. Bu nasıl bir görevdir? Bunu da Büyük İslam Alimlerinden Şeyh Hatem-i Esam (Kuddise Sirruhu) dan dinleyelim.
HATEM hazretlerine bir kişi bana namazı öğret deyince Hz. Hatem ona şunları söylemiştir : ‘’Önce abdest al, dışını su, içini TEVBE ile arıt. Ondan sonra Mescid’e var. KABE’yi iki kaşı’nın arasında, AZRAİL’i arkanda, CEHENNEM’i sol yanında, SIRAT köprüsünü ayağının altına farzet…Hepten gönlünü HAKK’a ver. HAKK’ı bil azametle tekbir al, korkuyla otur, heybetle KUR’AN oku, tazarru ile RÜKU eyle, tevazu ile SECDE kıl.’’
Böyle bir namazı kılan kişi namaz’ın ve Cami’nin ruh ve şuurunu kavramıştır. Böyle bir namazı kılan cemaat’i barındıran CAMİ, elbette bağrında Gaziler, Alimler ve Salihler ordusunu barındıran Cami olacaktır.
CAMİ RUH VE ŞUURU, Sadece ferdin kendisini düşünmesi ve ibadet etmesi değildir. Cami Ruh ve Şuuru, aynı manevi duyguları paylaşarak diz diz’e omuz omuz’a verdiği bütün kardeşlerini; rengi, dili, ırkı mevkii ne olursa olsun bir vücudun azaları gibi düşünmektedir. Onların dertleri ile dertlenmek, neşesiyle neşelenmektir… O Camideki kardeşlerine beslediği bu duyguları, dünya’ya gelmiş, gelecek ve şu anda yaşayan bütün insanlara teşmil etmektir. Camiye gidip cemaatle namaz kılan Mümin, açlıktan kıvranan komşusundan habersiz ise, Vücudun birer parçası hükmünde olan bazı Müslümanlar, PAKİSTAN, ÇEÇENİSTAN, SURİYE, ARAKAN, GAZZE, KEŞMİR ve SOMALİ başta olmak üzere açlıktan kıvranan diğer AFRİKA ülkeleri gibi yerlerdeki Müslümanlar ızdırap içinde kıvranıp, yokluk ve sıkıntılar içinde kan ve gözyaşı dökerken, o keyfinde ve eğlencesinde ise, Cami ruh ve şuurunu kavramamıştır.
CAMİ RUH VE ŞUURUNU; ‘’Allah’a ve Ahiret gününe iman edenler ancak Allah’ın mescidlerini imar ederler.’’(Tevbe süresi, ayet 18) ayetinden sadece maddi tamir ve imar manasını anlamamaktır.
Maddi imar güzel bir faaliyet, aynı zamanda bir ibadettir. Fakat gerçek imar, camileri manen imar demek olan, camileri şuurlu bir şekilde doldurmak, cemaat şuuruna ererek namaz kılmak ve camiye camaat kazandıracak hizmetleri yapmak veya bu hizmetleri yapanlara yardımcı olmaktır…
CAMİ RUH VE ŞUURU; Camileri sadece namaz kılınan yerler olarak görmemektir… Zira İslam’ın ilk zamanlarından beri görmekteyiz ki, Müslüman’ın hayatında CAMİ her şeydir. Cami ibadet yeri olduğu gibi, Allah’ın razı olduğu çevrede kalkmak şartıyla sohbet yeridir. İrfan yeridir. Müslümanların hemen hemen bütün dini. İlmi, içtimai ve kültürel her türlü meselelerinin konuşulduğu bir şura ve karar merkezidir. Bir eğitim ve öğretim merkezidir, bir HALK ÜNİVERSİTESİDİR…
CAMİ, MÜSLÜMAN VE DİN GÖREVLİLLERİ ; Yeryüzü mescidinde KABE’nin şubeleri olan camiler, İslam varlığının zahiri birer sembolü ve şiarı olarak görüldüğü gibi; kainatın küçük bir numunesi olan insan’ın, hele hele ‘’Allah’a tam teslim olan ‘’ anlamına gelen Müslüman’ın şahsi, ailevi, ticari ve manevi hayatında da, İSLAMİ HAYAT, İSLAMİ YAŞANTI, SÜNNET-İ SENİYYE’ye ittiba, onun sembol ve şiarı olmalıdır. Yani Müslüman hal, tavır ve ahlakıyla Kur’an’ın ve İslam’ın manasını önce kendisi yapmalı sonra,etrafına neşretmelidir… Din görevlisi de şimdiye kadar belirttiğimiz tüm hususları öncelik ve özellikle bizzat yapan, yaşayan ve yaşatmaya çalışan fedakar ve cefakar görevlilerdir.
İslam dünyasının, orta çağda içinde bulunduğu çağı değil, daha ileri bir çağı yaşamasının sebebi; cami ruh ve şuurunu tam olarak kavramalarından ve bu suretle camilerini ve külliyelerini, sosyal ve ilmi hizmetlere tahsis etmelerindendir. OKUL ile CAMİ’yi, İLİM ile DİNİ, MEDENİYET ile İMAN’ı ve MİNARE ile FABRİKA BACASI’nı beraber mütalaa edip, birbirlerinden asla ayrılmaz parçalar olarak gördüklerinden dolayıdır.
İslam ruhuna uygun olarak bu şekilde değerlendirilen camiler’den ; İmam-ı Rabbaniler, Gazaliler, İbni Sinalar, Farabiler, Biruniler, Fatihler, Yavuzlar,Mevlanalar, Şeyh İsmail Fakirullah’lar, İbrahim Hakkı’lar ve Bediuzzamanlar gibi alimler ve Din görevlileri yetişmiş, bunlarla ilim, sanat ve medeniyet anlayışına yeni bir hız gelmiştir.